|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Halk terbiye ediyor. Baykal'ın CHP'yi din - siyaset ilişkisinde getirdiği nokta, "Anadolu solu" ve "Şeyh Edebali muhabbeti", hep halk terbiyesi ile ilgili. Meselâ hemen "Anadolu solu" ifadesinde asıl vurgulamak istediği şeyin "Anadolu" olduğunu, "sol"un, biraz da sol nostalji gereği oraya girdiğini hissediyorsunuz. Sol yanına Yaşar Nuri Öztürk'ü alarak görüntü vermesi de, aslında bir halk terbiyesinin ürünü idi. Ama halkın dersini yanlış anlamışlardı. "Din istismarı" suçlaması ile karşılaşmamak için hiçbir partinin yapmayı göze alamayacağı biçimde, bir din adamını yanına alıp kamuoyu huzuruna çıkarken, "Dinle ve dindar halk kesimleriyle iletişim sağlayalım" gibi bir zihni oluşumdan yola çıkılmış olmalıydı ama bunun Yaşar Nuri Öztürk'le olmayacağı kestirilememişti. Yaşar Nuri, modernist çizgisi ile tanınmış ve dindar toplum kesimleriyle mesafeli durmuştu. Hatta CHP'nin klasik "dinde reform" çizgisi içinde görüldüğü için, soğuk bakılan bir isimdi. Diyelim CHP, Yaşar Nuri Öztürk yerine Mehmet Aydın Hoca'yı aday gösterseydi, bu Mehnmet Aydın Hoca için yadırganır, buna karşılık CHP için olumlu bir puan olarak görülebilirdi. Ama Yaşar Nuri aday gösterilince "tencere yuvarlandı kapağını buldu" gibi bir yorum yapıldı. Öztürk'ün CHP'ye, zaten CHP'li olan bir kitlenin ilgisini pekiştirmekten başka katkısı olamazdı; eğer o da katkı sayılırsa... Hatta şu söylenebilirdi ki, Yaşar Nuri'nin CHP'den aday gösterilmesi, "Ya o Diyanet'ten sorumlu bakan olursa..." gibi bir kaygının oluşmasına da yol açmış, dolayısıyla CHP'ye karşı daha mesafeli bir tavır gelişmiştir. "Halk terbiye ediyor" diye yazıya başladık. Baykal'ın ezan meselesinde Yaşar Nuri'yi bile açık düşüren tavrı da, halk terbiyesinin ürünüdür. "Türkçe ezan", bir tek parti dönemi uygulaması. Onu reddediyor şimdi Baykal. Neden? CHP'ye karşı halkın soğukluğunu gidermek için. Bir CHP liderinin, şaşalı törenlerle kamuoyu huzuruna aday olarak çıkardığı bir İlahiyat dekanına, üstelik Yaşar Nuri Öztürk gibi frapan bir medya aktörüne karşı, ezan konusunda peşin peşin tavır koyması, "halk terbiyesi"nden başka nasıl izah edilebilir? Dikkat edilirse Baykal'ın ezanla ilgili tavrı bir "refleks" tarzında ortaya konmuştur. Hani o tepkide "Biz, uğraşıp, didinip bir imaj üretmeye çalışıyoruz. Ondan sonra bir çuval inciri berbat ediyorlar..." gibi bir yakınma vardır. Ben bunları Baykal ve CHP adına olumlu gelişmeler olarak değerlendiriyorum. Bir seçim yatırımı olmanın ötesinde anlamlar kazanabildiği ölçüde de daha çok değer kazanacağını düşünüyorum. Asıl "halk terbiyesi"nin, Yaşar Nuri Öztürk'ün kişiliğinde gerçekleşmekte olduğunu da belirtmek gerekiyor. Kaç zamandır Yaşar Nuri'nin ilk defa "savunma" konumunda durduğunu gözledi kamuoyu. Dün karşısındakilere "fırça çekerek" söze başlayan bir insanın, bugün düşüncelerini saklama, tartışmayı başka alanlara kaydırma çabasına girmesi anlamlı değil mi? Kitabınıza yazmışsınız: "Ezan bir ibadet değil, bir duyurudur. Ve bu duyurunun bugün için bir yararı da kalmamıştır. O bir nostalji, bir folklor haline gelmiştir. Çünkü onun esas işlevi olan "namaz vaktini duyurma" bugün ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. Takvim vardır, gazete vardır, radyo-televizyon duyuruları vakitleri aralıksız bildirmektedir. Yani ezanın illeti kalmadığı için kendisinin de zorunluluğu kalmamıştır." Bu ifadeler, ezanın Türkçe okunmasını bile değil, okunmasının gereksiz olduğunu iddia etmektedir. Tartışma da buradan çıkmıştır. Yaşar Nuri, katıldığı haber programlarda kitaptaki bu satırlar görünmesin, gündeme gelmesin diye farkedilir bir telaş sergiliyor. Hatta konuyu "Türkçe ezan" meselesine çekip, orada CHP ötesindeki halkın nabzını tutacak sözler söylüyor. "Türkçe ibadet" konusundaki görüşlerine, gene CHP ötesindeki halk kitlelerini tedirgin etmeyecek, hatta memnun etmeyi amaçlayan yorumlar getiriyor. Oradaki söyleminin özü şu: "Ben İslam'a soğuk olan kesimleri İslam'a kazandırıyorum, hiç secde tatmamış olanları secde ile buluşturuyorum." Bu, ilginç bir söylem. Ama Öztürk'ün de seçim ortamında keşfettiği bir söylem. Öyle bir ortam ki bu, bir kişiyi kaybetmeyi bile göze alamıyorsunuz. Dolayısıyla o bir kişinin oyu, çok etkili bir terbiye motifi haline geliyor. Bir de halkın gerçek gücünü keşfettiği ve bunu müeyyide olarak kullandığı ortamları düşünün... Halkın önüne çıkan insanların kimyasını değiştiriyor... Demokrasi de o zaman demokrasi oluyor herhalde...
KUTAN ve ERDOĞAN Saadet Partisi lideri Recai Kutan, Hürriyet yazarları ile sohbet yapıyor. Konuşmasından gazeteye çıkan birinci sayfa başlığı şu: "Tayyip Bey yetersiz." Ardından "Endişeliyim. Erdoğan'la Türkiye yönetimi büyük sıkıntıya düşer." ifadeleri... Ardından: "Zaten belediye başkanı iken bütün desteği ona biz sağladık. Kimi boyuna bosuna, kimi kabadayı tavırlarına bakıyor. Üzülerek söylüyorum, meseleleri halletme şansı son derece zayıf. " Ardından Abdullah Gül için benzeri sözler: "Abdullah Gül'ün de adı öne çıkarılıyor. O da yeterli tecrübe ve birikime sahip değil." İçerde koca sayfaya baktım, Recai Bey'in konuşmalarının sadece bu tür bölümlerini almışlar. Recai Bey, Emin Çölaşan'ı çok mutlu etmiş. Çölaşan'ın yazısı bu mutluluğu yansıtıyor. Recai Bey'i yadırgadım. Dünkü yol arkadaşlarını, önemli sorumluluklar verdiği insanları o ortamda biçmek, onun üslubu olmamalıydı. İnandırıcı da olmuyor bu tür sözler; sadece seçim rekabetine ve yolların ayrılmış olması öfkesine bağlanıyor. Oysa Recai Bey, bugüne kadar tüm bu insani zaafları gemlemiş bir insan olarak biliniyor. Hürriyet gazetesinin sayfalarından dünkü yol arkadaşlarını vurmak, kime ne kazandırır ki? Vaktiyle Necati Çelik, Hürriyet'in manşetinden eski yol arkadaşlarını vurduğunda ona öfke duyanlar, bugün aynı duruma düşmemeliydiler...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |