|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Meclis'in tatile girmesi istikametinde elini kaldıran Ecevit, siyasete veda eder gibiydi. O, haysiyetli bir son seçti. Mesut Yılmaz ise ters yönde oy kullandı: Seçim ertelensin diye elini kaldırdı. O da aslında veda eder gibiydi. Sandıktan kaçmak için gösterdiği bu ayıplı gayretle zihinlere çakılı kaldı.
Oylama tartışması
Meclis Başkanı Ömer İzgi, işaret oyunu tercih etmek suretiyle, mızıkçıların televizyon ekranından teşhirini kolaylaştırdı. Maalesef gazetelerde yanlış bir yorum yapılıyor; milletvekilleri, gizli oy kullanacakken, açık oya başvurulmasıyla oyunun bozulduğu iddiaları basının bir bölümünde yer aldı. Oysa içtüzüğe göre üç tip oylama var: 1) İşaret oyu el kaldırmak suretiyle gerçekleşiyor. Sayım konusunda bir ihtilâf ortaya çıkarsa, 5 milletvekili ayağa kalkıp, "evet"çilerle "hayırcı"ların birbirinden ayrılarak sayılmasını talep edebiliyor. 2) Açık oylama: Milletvekilleri, üzerinde adları yazılı pusulaları kullanıyor veyahut elektronik oylama yapılıyor. 3) Gizli oylama: Beyaz, yeşil, kırmızı renkli pullar bir zarf içinde milletvekillerine veriliyor. Bu pullardan birini, milletvekili perdeli bölmeye girerek zarfa koyuyor, sonra da kutuya atıyor.
Tatil kararı işaret oyuyla alındı. Bu tamamen tüzüğe uygun bir tatbikattı. Bizim televizyondan izlediğimiz kadarıyla Başkanlığa ulaşmış 15 milletvekilinin imzasını taşıyan açık oylama talebi yoktu. Kaldı ki, açık oylama, kimin, ne için oy verdiğini belli eden bir oylamadır. İşaretle oylamadan tek farkı, oy kullanıldığı andaki gizliliktir. Böylece, elini kaldırırken çevresinden baskı görme endişesini taşıyan milletvekili, elektronik oylamada daha rahat hareket eder. Üstelik Meclis televizyonunun görüntüsüne girmekten de kendini kurtarır: Açık oylama (Elektronik oylama), katiyen gizli oylama değildir. İşaretle oy sayımında bir tereddüt bulunsaydı, milletvekillerinin "evetçi" ve "hayırcı" olarak ikiye ayrılması, ayağa kalkan 5 milletvekili tarafından talep edilebilirdi. Böyle bir istek gelmediğine göre, neticeyi tartışmak anlamsız.
Kazılan kuyu
Küskünler hareketinde, Saadet Partisi'nin haklı bir gerekçesi var. Onlar seçime evet derken, manevi liderleri Erbakan'ın bu kadar büyük bir haksızlığa uğrayacağını bilmiyorlardı. Bu yüzden, şimdi geri adım atabilirler. Ama Yeni Türkiye Partisi ile Anavatan sadece baraj korkusuyla hareket etti. Saadet Partisi gibi yasakların kurbanı olmadı. Üstelik, onlar evvelce hükûmetteydi ve bu şikâyet ettikleri seçim kanununu o zaman değiştirebilirlerdi. Yapmadılar. "Kendi kazdıkları kuyuya düştüler" cümlesi, Mesut Yılmaz - Hüsamettin Özkan ikilisini pek güzel tarif ediyor. Onlara bakıp, "Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan oldular" da denilebilir. Başbakanlık hayali görürken, devre dışı kaldılar.
Dokunulmazlık
3 Kasım sonrası Meclis büyük ölçüde yenilenecek. Görünüşe göre, DSP, ANAP, Saadet ve YTP Meclis dışında kalıyor. MHP girse bile bugünküne göre çok daha az kişiyle temsil edilecek. MHP'nin yanısıra DYP'ye de bıçak sırtında diyorlar. Genç Parti sürpriz yapabilir. İşte bu Meclis, ilk adımda AB uyum yasalarını çıkarıp, Anayasa değişiklikleri ile de, özgürlüklerin önünü açarken, yolsuzluklar ve seçim kanunu meselelerini ihmal etmemeli. Özellikle, bakan ve başbakanların soruşturmasını düzenleyen Anayasa'nın 100'üncü maddesi hemen ele alınmalı. Çünkü, zaman geçince, hükûmet üyeleri kendilerinden de hesap sorulur endişesine kapılıyor; değişimin önü tıkanıyor. 100'üncü maddenin değişmesi, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin 83'üncü maddenin yeniden düzenlenmesinden önemli. Neticede, yolsuzluğu milletvekili değil ancak bakan veya başbakan yapabilir.
Geçmişte karşılıklı "siyasi aklamalar" yüzünden Meclis'in itibarı yara aldı. Tansu Çiller de haklıydı. "Siyaseten suçladılar. Bunun doğal neticesi, siyaseten aklanmaktır" diyordu. Öyle ya, Anayol döneminde, Refah Partisi'nin Çiller hakkında verdiği soruşturma önergeleri, DYP'nin ortağı ANAP tarafından desteklendi. Çiller, bu sebeple koalisyonu bozdu; Refahyol kuruldu. Refah, eskiden verdiği soruşturma önergelerini gözardı edip, komisyonlarda Çiller lehine oy kullandı. Son yasama döneminde ise, ANAP'lı ve DYP'li üyeler, mal varlığı komisyonlarında, karşılıklı, Yılmaz ve Çiller lehine oy kullandılar. Siyasi partilerin bu kadar tesiri altında kalan komisyonlara nasıl güvenilir ki! Soruşturma komisyonlarında hazırlık soruşturması yapılması, Meclis'in devre dışı kalmaması doğru. Daha sonra, bu hazırlık soruşturmasının Yargıtay Ceza Dairelerine intikal etmesi, deneyimli hâkimlerin incelemesine sunulması, dava açılıp açılmaması hususunda onların karar vermesi daha uygun. "Yargı siyasetten etkileniyor" düşüncesiyle, dokunulmazlık zırhına sarılmak inandırıcı bir mazeret değil. Siyasetçiyi bu kadar koruyarak temiz topluma geçemezsiniz.
Müfettiş değişikliği
Milletvekili dokunulmazlığı da, düşünce suçu ile sınırlanmalı; herhalde, rüşvet, irtikâp, dolandırıcılık, ihaleye fesat gibi suçların tahkiki önünde bir engel teşkil etmemeli. Bazen, siyaseten üzerinize gelebilirler. Meselâ Tayyip Erdoğan ve arkadaşları mağdur duruma düşürülmüşlerdir. Erdoğan'ın avukatı Hayati Yazıcı, olumsuz gelişmeleri müfettişlerin keyfi bir biçimde değiştirilmesine bağlıyor: "Tantan döneminde 17 Ocak 2001'de görevlendirilen Mülkiye Başmüfettişi Mehmet Günaydın koordinatörlüğünde, Maliye Başmüfettişi İbrahim Saydam ve Sanayi Bakanlığı Müfettişi Doğan Atamer, 5,5 ay süreyle iddiaları incelemişlerdir. Bu üç müfettiş, 1997-2000 yılları arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin tüm birimleriyle, İSKİ, İETT ve iştirakı bulunan 19 şirketin, toplam 10 bin 275 adet ihale gerçekleştirdiğini, bunlardan sadece 53 adedinin Albayrak AŞ'ye ihale edildiğini ortaya koymuşlardır. Bu hususlar 26.6.2001'de rapora bağlanmış ve İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu'na sunulmuştur. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ağaç kampanyalarıyla ilgili iddiaları araştıran Mülkiye Başmüfettişi Alpaslan Işık da, 15.12.2000 tarihli raporunda, suçlamaların geçerli olmadığı sonucuna varmıştır. Günaydın'ın raporunun Teftiş Kurulu Başkanlığı'na intikalinden 1 gün sonra, İçişleri Bakanı Yücelen, 21 Haziran 2001'de Günaydın'ın yerine, Mülkiye Başmüfettişi olarak Candan Eren'i görevlendirmiştir." (O tarihte Tantan istifaya zorlanmış ve yerine Rüştü Kâzım Yücelen geçmiştir.)
Siyasi linç
Tayyip Erdoğan'ın avukatının söyledikleri doğru olabilir. Ayrıca bugün hakkında dava açılan birçok dosya, Danıştay 2'nci Dairesi'nin incelemesine sunuldu. Danıştay 2'nci Dairesi, iddia konusu fiillerin, kâh zaman aşımına uğradığı, kâh af kapsamına girdiği gerekçesiyle soruşturulmasına gerek olmadığı kararını verdi. Erdoğan'ın siyaseten linç edilmek istendiği görülüyor. Ama seçim sonrasında bu hava dağılacaktır.
Zaten adalete güvenmek zorundayız. Erdoğan, sık sık, Meclis'e taşıyacağı Belediye'deki arkadaşlarının süren davaları hakkında sorgulanıyor. "Onlara itimat ettiğini" söylüyor. Ama bu kâfi gelmez. Herhalde kendisine yönelen sualleri "Fezlekeleri Meclis'e intikal edince, gereken yapılacaktır; yargının önünü kapatamayız" diye cevaplandırmalıdır. CHP'nin bu konuda taahhüdü var. AK Parti'nin, siyasi lincin devam edeceği endişesiyle çekimser davranması, yanlış anlaşılır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |