T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türk seçmeni kime oy vermeyecek?

1950 yılından beri Türkiye'de 21 seçim yapıldı. Bu seçimlerin seyrine bakarak, Türkiye'deki seçmenlerin nasıl hareket edeceğine dair bazı ipuçları bulabiliriz. Bu konuda ilk ortaya çıkan ipucu, Türkiye'deki seçmenlerin hangi partiye oy vereceğini düşünmeden önce, hangi partiye oy vermeyeceğine karar vermesidir. Bu ipucundan yola çıkarak diyebiliriz ki, Türkiye'de seçimi kazanan parti yok, seçimleri kaybeden partiler vardır. Başka bir ifadeyle, bir parti seçimlerden en fazla oy alarak seçimi kazanmışsa, bunun sebebi vatandaşın başka partiyeoy vermemesinden ileri gelmektedir.

1950 ve 1970 yılları arası

1950 yılından 1970 yılına kadar, seçimleri Demokrat Parti ve Adalet Partisi kazanmıştır. Bu partilerin seçimi kazanmasının sebebi seçmenin CHP'ne oy vermek istememesindendir. Bunun en büyük delili Demokrat Parti'nin seçim propagandalarında sadece CHP'nin kötülüklerinden bahsetmesidir. 1960-70 yılları arasında ise, Adalet Partisi, CHP ve 27 Mayıs İhtilali aleyhine konuşarak seçimleri kazanmıştır.

1970 yıllarına girerken, Süleyman Demirel yapmış olduğu bir konuşmada, "Artık CHP kötüleyerek seçim kazanma dönemi bitmiştir. Yeni bir şeyler bulmalıyız" demiştir.

Faruk Gürler örneği

1973 yılında, Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler, Cumhurbaşkanı adayı olmuştur. O zaman, milletvekillerine yapılan baskılara bazı üyelerin verdiği cevap çok manidardır. Gürler Paşa'ya oy verilmesini isteyen bir Generale, yakın arkadaşı olan bir Milletvekili:

-"Paşam, boş yere uğraşmayın. Biz kime oy vereceğimizi bilmiyoruz amma, kime oy vermeyeceğimizi biliyoruz. Bu Meclis, Gürler Paşa'ya oy vermemekte kararlıdır" demiştir.

Nitekim sonuç öyle olmuştur. Oylamalarda Gürler Paşa yeterli oy alarak seçilememiş, ondan sonra Korutürk Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Daha açık ifadeyle, TBMM evvela kimi seçmeyeceğini göstermiş, sonra kime oy vereceğini düşünmüştür. 1970 seçimlerinde ise, seçmen Adalet Partisi'ne red oyu vermiştir. Bu sebeple Bülent Ecevit seçimleri kazanmıştır.

1991 seçimleri ve sonrası

1991 seçimlerinde de durum böyledir. Seçmen, o zaman iktidarda olan Anavatan Partisi'ni seçmek istemediği için, Doğru Yol Partisi birinci parti olmuştur. Bunun delili, Doğru Yol Partisi'nin, 1977 yılında aldığı oylardan daha az oy aldığı halde birinci parti olmasıdır.

1999 yılı seçimlerinde de, aynı gerekçeyi gösterebiliriz. Bu seçimlerde, ilk iki sırayı alan DSP ile MHP seçimleri kazanmış, Anavatan, Doğru Yol ve Cumhuriyet Halk Partisi seçimleri kaybetmiştir. Seçimin galibi bu iki partinin seçimi kazanması herkesi şaşırtmıştır. Fakat, seçimi kazanan partiler bu başarılarını, merkez sağda ve solda olan partilerin başarısızlığına borçludurlar.

Yeni seçime doğru

2002 yılında seçimlerine giderken de manzara aynıdır. Seçmenin hangi partilere oy vermeyeceği aşağı yukarı bellidir. Türk seçmeninin oy vermemeyi kararlaştırdığı partiler, iktidarı oluşturan partiler ile, TBMM'de olduğu halde muhalefet görevini yapamayan partilerdir. Bunları isim isim saymak istemeyiz. Ancak diyebiliriz ki, Türk seçmeni hangi partilere oy vermeyeceğine karar vermiştir.

Bu böyle olduğuna göre, seçmen hangi partiye oy verecektir? Bu henüz seçmenin kafasında belirlenmemiştir. Kamuoyu anketlerinin, barajı geçerek birinci veya ikinci olarak gösterdiği partilerin kazanma şansları var gözükmektedir. Ancak durumun daha fazla sarahate kavuşması için seçime çok yakın günleri beklemek gerekmektedir.

Seçmenin, oy vermemeye karar verdiği partilerin tamamı için, yüzde on barajının altında kalmaları tehlikesi vardır. Bunun gerçekleşmesi sürpriz değildir. Asıl sürpriz, vatandaşın hangi partiye oy vereceğini düşünmesinden sonra ortaya çıkacaktır.

Seçmen, Parlamentoda temsil edilen Partilerin tamamına yakınına oy vermemeye kararlı gibi görünmektedir. Ancak oy vermeyeceği bu partilerin yerine kimi iktidara getirecektir? Bunu tayin edebilmek için vatandaşın, mevcut siyasi partilere karşı ne kadar "öfkeli" olduğunun bilinmesi gerekmektedir.

Bu öfke büyüdükçe, bu gün hesaba katılmayan bazı partilerin TBMM'ne girmeleri bile mümkün olabilir. Türkiye'de de, İtalya'da olduğu gibi yeni bir Berliskoni olayı dahi yaşanabilir.

ACABA BİR RASTLANTI MI?

Büyük hukukçu Prof. Ebul-ula Mardin, Roma hukuku ile, İslam hukuku arasındaki en büyük farkın şu olduğunu söylerdi:

İslam hukukunda; "Def-i mazarrat, celbi menafiden evladır." Yani bir olay cemiyete zarar veriyorsa, evvela bu zararın önlenmesi gerekir. Bu olaydan menfaati olanların faydaları ikinci plandadır.

Roma hukukunda ise bunun tersi kabul edilir. Yani bir olaydan bazı kimseler yararlanıyorsa, bunların menfaatlerini korumanın önceliği vardır.

Kısaca hulasa etmek gerekirse, İslam hukuku cemiyeti mazarrattan korumayı ilk plana almıştır. Ondan sonra bu hareketten dolayı bazı kimselerin zararı olmuşsa, onların telafisi sonradan düşünülür.

Türk seçmeninin kime oy vermeyeceğine önce karar vermesi, hukukumuzdaki "evvela beladan kurtulmak", sonra gerekeni düşünmek gibi şuuraltı bir alışkanlıktan mı kaynaklanıyor?

Yoksa bu davranış genlerimizde mi var?


7 Ekim 2002
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED