T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bu seçimde, öfke sağduyuyu yenecek!

Ekonomik, sosyal ve siyasal buhranın derinliği ve şiddeti, yaklaşmakta olan seçimlerin giderek keskinleşen sonuçlarından da açıkça anlaşılıyor. Türkiye, gerçekten derin bir sarsıntı yaşamamış olsaydı, kamuoyu araştırmaları bugün hiç şüphesiz çok daha farklı bir görüntü veriyor olurdu. En azından, koalisyonun üç ortağını Meclis dışında bırakma iradesi bu kadar keskin ve tavizsiz olmaz; dahası seçmenin öfkesi, "görece" bu işte kabahatli olmayan bazı muhalefet partilerini dahi baraj altına itme şiddetine ulaşmazdı. Ortada eni konu tasarlanmış bir siyasal değişim niyetini fazlasıyla aşan, açık bir yenilenme öfkesi bulunuyor. Seçmen bu kez, demokrasinin 4-5 yılda bir defa sunduğu müdahale fırsatını acımasızca kullanmaya niyetli görünüyor. 3 Kasım herkes için artık, sonucu belirleyecek bir "altın gol" önemine haizdir. Böyle olduğu için de sandık, özellikle iktidar partileri için açıkça tedirginlik verici bir nesne haline gelmiştir.

Olacakları tahmin eden Ecevit'in veda kararı da, MHP'li Yahnici'nin Genç Parti için söylediği "Meclis'e girerse bu ülkeyi terk edelim" sözü de tedirginlik ifadeleridir. Bu kategorideki herkes sözü sonunda, fazlasıyla subjektif bir güvence olan "halkın sağduyusu"na getiriyor ama orada da umut görünmüyor. Çünkü, herkes gibi onlar da geride bıraktığımız üç yıl içinde, halkın sağduyusunun onarılmaz biçimde deforme olduğunu biliyorlar. Sağduyu, 3 yılda fakirliğin ve umutsuzluğun markası haline gelmiştir. İktidar partilerinin seçim propagandalarının sadece temenni ekseninde, soluksuz ve renksiz kalması bu yüzdendir. Ayrıca, Türk siyasetinde baraj endişesinin ilk kez böylesine çok sayıda kitle partisini kuşatması yabana atılamayacak bir göstergedir. Belli ki, Ecevit, Bahçeli, Yılmaz ve hatta Çiller'in sağduyu beklentisine karşın öfke galebe çalmak üzeredir.

Seçimin tayin edici özelliği de rüzgarla kıyıdan kıyıya vuran dalga gibi hırçın ve nedensiz bu öfke olacaktır. Sandık üzerindeki ipoteğini çok önceden ilan etmiş olan Ak Parti'yi yukarıya taşıyan, iktidarın şeklini tayin etmeye talip güç de zaten budur. Ama, aynı rüzgar, sistemin geleneksel kurumlarını yerle bir ederken yeni ucubeler de üretmektedir. Genç Parti gibi ultra-popülist bir reklam ürününün anketlerde giderek boy atması da, Deniz Baykal gibi her rolün oyuncusu olmaktan başka özelliği görülmeyen bir liderin partisi olan, CHP'nin ufak-tefek bahanelerle yükselmesi de aynı rüzgarın eseridir.

Bir de sandığın kenarına tutunan partiler var.

Sandığın ikinci halkasında pozisyon tutan ve barajı aşma ihtimalini son güne kadar sürdürmeye çalışan bu partiler fırtınanın bir an önce dinmesi için dua ediyorlar. Dua ile birlikte, emin bir sığınak arayışı da sürüyor. Her lidere anketleri unutturan kalabalık meydanlar, şimdilik güvenilir bir sığınak gibi görünüyor ama bu "son umud"un raf ömrü de nihayet 24 güne inmiştir. Meydanları süsleyen bayraklar şimdilik güzel fotoğraf vermekle birlikte her parti, "eski seçmen"iyle kendisi arasındaki bayrak dostluğundan umduğu kazançla çıkamayabilir. Çünkü bazı bayraklar, bazı seçmen kitlelerine umut dolu bir gelecekten çok, kaybolan yılları hatırlatacaktır. Yani, öfke yatışacağına daha da kabaracaktır...

Seçim sabahı nasıl bir Türkiye'ye uyanılacağını, Meclis'in nasıl şekilleneceğini kestirmek için belki hala erken ama miting sonrası meydanlarda kalan plastik bayraklar, afiş parçaları, konfeti artıkları gibi; siyasette de birçok dramatik sözün ortalıkta sahipsiz kalacağı bellidir. "Ülkeyi terketme ihtimali"nin siyaset söyleminde yer bulabilmesi bu sahipsiz sözlerden ilki olmaya namzettir. Başlarına böylesine büyük felaketlerin geleceğini kestirebilseler koalisyonun kurulduğu gün vakit geçirmeden ülkeyi terkedecek milyonlarca insanın "sağduyu"sunu hedef alan bu söz, "3 Kasım'ın kaybedenleri"ni tanımlayacak tipik bir demoralizasyon ifadesidir. Öte yanda Yılmaz'ın sanki eski günlerdeymiş gibi ikide bir de sözü Çiller'e getirip, "DYP barajı aşamayacak" iddiasına takılması da öyle. Ya da Çiller'in, önde gidenlerin arkasından bakınıp, sinir ve kızgınlıkla herkesi açık oturuma davet etmesi...

Oysa, Yılmaz da Çiller de seçimlerin iki önemli aktörü –ya da aktrisi- olmadıklarını pekala biliyorlar.

Bu seçimde seçmenin sağduyusuna güvenip; içi boş bir istikrarın ya da ülkenin değerini düşürmekten başka sonuç doğurmayan, içe kapanıklığın ve yalnızlaşmanın teminatı olan müphem bir güvenlik anlayışının iktidara geleceğini umanlar yanılacaklar.

Çünkü, bu kez kimsenin sağduyu ile vakit kaybetme lüksü bulunmuyor.


9 Ekim 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED