|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şu işe bakın... Hoşuna gitmeyen en ufak bir adım attığınızda, sözgelimi bugünkü rakipleriyle görüştüğünüzde, "Basın ahlâk ilkeleri" hemen bir kenara atılıyor ve gazeteleri ile yaylım ateşine başlıyor. Kimden mi bahsediyorum? Elbette Aydın Doğan'dan.
Fabrika ziyareti
Tayyip Erdoğan, miting düzenlediği Bilecik'ten Bozüyük'e geçerek, hem Halis Toprak'ın fabrikasını ziyaret etmiş, hem de öğle yemeğinde Mehmet Emin Karamehmet ve Mustafa Süzer ile görüşmüş. Bu üç işadamının bankaları, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kararıyla Tasarruf Mevduat ve Sigorta Fonu'na devredilmişti. Belli ki, işadamları iktidara geleceği anlaşılan Tayyip Erdoğan'ı bilgilendiriyorlar; haksızlığa uğradıklarını ona söylüyorlar. Tayyip Erdoğan da anlatılanları dinliyor. Ne var bunda? Erdoğan, "Bankalar iade edilsin" diye bir faaliyete mi geçmiş? Kamu bankalarından işadamlarının ceplerine para mı akıtmış? Ama BDDK, el koyduğu bankaların yanısıra, devraldığı şirketlerle, tam bir "kara delik" haline geldi. Zarar, kartopu misâli büyüyor. Ecevit, "Bağımsız kuruluşlarda kantarın topuzunu kaçırdık" demiyor muydu? Bir yanda banka batıranlar, halkın mevduatını kendi çıkarları için kullananlar, bir yanda elindeki gücü istismar edip ayağa kalkabilecek bankaların bile çanına ot tıkayanlar. Adil bir karara varmak için, hazır denk düşmüşken, Tayyip Erdoğan üç eski banka sahibini dinlemek istemiş.
Aydın Doğan kızdı
Ama Aydın Doğan kıyamet koparıyor: Nasıl Halis Toprak'ın fabrikasına gidersin! Çünkü, kısa bir süre önce, Halis Toprak, Aydın Doğan'a meydan okudu. Onun, taş üstüne taş koymadığından, ihracat yapmadığından, sadece paradan para kazandığından, bahsetti. Devletin sırtından geçindiğini söyledi. Toprak'a göre, yaptığı olumsuz yayınlarla batmasına Aydın Doğan sebep olmuştu. Doğan da Toprak'ı suçladı.
Mehmet Emin Karamehmet'in de suçu büyüktü! O da, Doğan Grubu'nun dağıtım şirketinden Akşam'ı ayırarak Sabah grubu ile müşterek bir dağıtım şirketi kurmuştu. Turgay Ciner ile birlikte hareket ediyordu. Hatta Show TV ve ATV reklâm dayanışmasına girmişti. Böylece Kanal D, ATV ve Show TV'nin Bimaş çatısı altında yürüttüğü beraberlik son bulmuştu.
Yargısız infaz
Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta gazeteleri (8 Ekim 2002) -Basın ahlâk ilkelerini gene bir yana bırakıp- yargısız infaza başladılar. Hürriyet, "Bozüyük zirvesi" başlığı ile Tayyip Erdoğan'ın üç batık bankanın sahibiyle görüştüğü haberini veriyordu. Milliyet, manşetini "Batık banka zirvesi" diye atmıştı. Diğer iki gazetenin gündeminde ise burs meselesi vardı. Posta, "Al sana burs" cümlesini 8 sütuna taşımıştı. Haber şöyle devam ediyordu: "Meydanı dolu gören Erdoğan'ın önce keyfi yerindeydi. Ancak, miting alanında açılan pankart soğuk duş etkisi yaptı. Pankartta "Bize de burs bul" yazıyordu." Radikal, Posta'nın aksine, Bilecik'te meydanın boş olduğunu iddia ediyordu: "AKP lideri, Bilecik'te ilgi görmediği gibi, "Biz de okumak istiyoruz, bize de burs bul" yazılı pankarttan çok rahatsız oldu." Radikal ile Posta gazetelerinin meydanın dolu mu, boş mu olduğu konusunda birbirlerine ters düşmeleri bile, haberin masa başında sırf AK Parti Genel Başkanı'nı "cezalandırmak" için yazıldığını gösteriyor. Fakat Tayyip Erdoğan, güzel bir cevap verdi: "AK Parti'nin politikalarını, yetkili kurullar kararlaştırır, gazete patronu değil" mânâsına gelen bir cümle sarfetti.
Yeniden yapılanma
Dünkü yazımda medya gücünün parçalanması gerektiğini belirtmiştim. Basın patronları, ülkeye sahip çıkmak değil, ülkenin sahibi olma peşinde. Kendi çıkar kavgalarını memleket meselesi haline getiriyorlar. Başbakanlar, bakanlar önlerinde hazırol dursun istiyorlar. Basın hürriyetinin sınırlarını, gazete sahiplerinin çeşitli menfaatleri belirliyor. Seçimden sonra oluşacak iktidar, süratle bu yaraya neşter atmalı. Anayasa Mahkemesi, RTÜK Yasası'nın bazı maddeleri hakkında yürürlüğü durdurma kararı verdiği için, ortada bir boşluk var. O boşluk doldurulmalı. Bir kişinin, bir televizyon kanalının sahibi olmasının önü açılmalı. Ama ulusal çapta yayın yapan bir televizyon kanalının sahibi, tıpkı İngiltere'de, Fransa'da veyahut Almanya'da olduğu gibi, aynı zamanda, toplam tirajın % 20'sinden fazlasını elinde bulunduramamalı. Bir kişi, birden fazla televizyonun sahibi olmamalı. Televizyon sahibi kişi, kamu ihalesine girememeli, Borsa'da faaliyet gösteren aracı kuruluşa sahib olmamalı.
Başka ülkeler
İngiltere'de televizyon sahipliği % 15 izlenme oranı ile sınırlı. Ama bu ülkede, aynı şahıs, hem bir ulusal kanalın, hem de bir gazetenin sahibi olamıyor. Murdoch'un gazetesi var. Ama Sky TV'si kablolu ve digital yayın yapıyor. Ulaştığı kitle sınırlı kaldığı için, yazılı ve görsel medyaya birlikte sahip olabiliyor. ABD'de 7-8 gruba ait, 300 kadarı da bu büyük grupların dışında kalan, 1700'e yakın günlük gazete, yüzlerce televizyon kanalı mevcut. Üç ulusal kanalın (NBC, ABC, CBS) dışında bütün kanallar yerel veya kablolu kanal. Ulusal kanalların hisseleri halka açık. Bu kanalların kontrollerini ellerinde bulunduran büyük firmalar da tek bir şahsın elinde değil. Meselâ General Electric'in binlerce ortağı var. Yönetim Kurulu Başkanı, hissedarların seçimi ile işbaşına geliyor. Fransa'da, bir kişinin bir ulusal televizyonda hisse oranı % 49 ile sınırlı. Ulusal iki kanalda, ancak % 15'er oranında hisse sahibi olunabiliyor. Kanal sayısı üçe çıkınca, hisse oranı, her kanal için % 5'e iniyor. Gene Fransa'da 4 milyon kişiye ulaşan bir televizyon kanalı iznine sahip olan şahıs, aynı zamanda bir radyonun da sahibiyse, ulusal kanala ortak olamıyor. Veyahut günlük gazete satışının % 20'sinden fazlasını elinde bulunduranlar, bir kablolu yayının sahibi olabiliyor; fakat ulusal televizyondan hisse alamıyor. Japonya'da, bir yayın kuruluşunun tüm hisselerine sahip olmak mümkün. Ancak, aynı yayın bölgesi içinde, ikinci bir kanalın % 10'undan fazlası alınamıyor. Farklı bir yayın bölgesinde, hisse oranı % 50'ye kadar çıkabiliyor. Buna mukabil, aynı kişi bir gazetenin hisselerinin çoğunluğunu elinde tutamıyor.
Basın ahlâkı
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Her ülke, medyadaki tekelleşmenin önünü kesmeğe çalışmış. Üstelik bu ülkelerin çoğunda basın ahlâk ilkelerine saygı gösteriliyor. Yani, kanunî sınırlamanın ötesinde ahlâkî sınırlama var. Söz gelimi, İngiltere'de The Times ve Sunday Times'in sahibi Murdoch. Çin'de bir kablolu yayın kurmak istiyor. Bu yüzden, Hongkong'taki son İngiliz Valisi Chris Patten'in Çin'i eleştiren kitabını yayınlamaktan kaçınıyor. The Times ve Sunday Times'in yazı işleri, patronlarını eleştiren bir yazıyı gazetelerinde neşrediyorlar: "Bir gazete patronunun, çıkarı uğruna, düşünce hürriyetini tehlikeye atmaması gerektiğini" vurguluyorlar.
Dünyada da, medyayı kullanarak zenginleşmeye çalışanlar var. Maxvell, basın gücünü kullanarak çok sayıda işe girdi. Sonunda borçlarını ödeyemez duruma düştü. Bunun üzerine Daily Mirror'ın yardım sandığında biriken çalışanlara ait parayı cebe indirdi. Bankaları dolandırdı. Maxvell, yatının güvertesinden denize düştü ve öldü. Pek çok kimse intihar ettiğini söyledi. Maxvell'in İngiltere'ye maliyeti 9 milyar sterling oldu.
Balon patlasın
Türkiye'deki medya tekelleşmesi, bütün müesseselerin yozlaşmasına yol açıyor. Çünkü, gazeteler ve televizyonlar kamu adına denetim yapamıyor; yapmıyor. Siyasetçilerle ittifak kuruyorlar. Patronlar kendi aralarında anlaşıp "Sen benim nasırıma basma, ben de senin" ilkesini geçerli kılıyor. Zaman zaman bu ittifak bozuluyor ve Pandora'nın kutusu açılıyor. Medya balonunu patlatmanın zamanı geldi. Yeni iktidar işe o noktadan başlamalı.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |