|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Seçimlere birkaç hafta kala, yine ortalıkta felâket senaryoları kolgezmeye başladı: Seçimlerden sonra, iç ve dış konjonktürün Türkiye'yi yepyeni felâketlerin ve çıkmaz sokakların eşiğine sürükleyeceği söylentileri ayyuka çık(arıl)ıyor yeniden. Türkiye'nin zor bir dönemeçten geçtiği doğru: Ekonomisi, siyaseti, kültürel ve toplumsal yapısı fena halde sarsılmış durumda. Ama her şeye rağmen, Türkiye, iç ve dış imkânlarını, tarihsel derinliğini, engin tecrübesini ve stratejik konumunu gözönünde bulundurarak devletle toplum arasında paranoyaya ve korkuya dayanan ilişkileri normalleştirmenin yollarını keşfedebilirse, Türkiye'nin dünyaya yeniden büyük ve asil şeyler söyleyebilmesi imkân dahiline girebilir. Türkiye'nin böyle bir şansı, hâlâ var. Yeter ki Türkiye, bizim zengin tarihsel, siyasî ve kültürel tecrübemize, dolayısıyla bunların yegâne kaynağı olan İslâm'a sırt çevirmek yerine sahip çıksın! İşte o zaman Türkiye, halkıyla bütünleşecek, tarihsel ve kültürel tecrübesiyle buluşacak ve dünyaya yeniden Özne olarak esaslı şeyler söyleyebilecek ve önerebilecek bir konuma gelebilecektir. Oysa "Türkiye adam olmaz!" yaklaşımı, bir Frankenstein gibi yine kol geziyor her tarafta. Ne demektir bu, peki? Elbette ki, bu toplumun kendisine olan güvenini yitirmesi demektir. Oysa bir toplumun önündeki en büyük tehdit ve tehlike, o toplumun kendisine olan güvenini yitirmesidir. Başkalarının yok edemeyeceği bir toplumu, toplumun tümüne sirayet eden bu "özgüven yitimi" duygusu tek başına yok etmeye yeter de artar bile! Ülkenin her bakımdan kötü yönetilmesi ve toplumun elitlere olan güvenlerinin sarsılmasıyla birlikte, hayata ve geleceğe dair ciddi kaygılar duymaya başlayan toplumda "özgüven yitimi" duygusu oluşur. Ancak iş, bir de bir toplumu toplum yapan, o toplumun tarih yazmasına ve yapmasına imkan tanıyan, topluma kalıcı bir "öz-güven duygusu" veren toplumun temel değerleri ve dinamikleri demek olan anlam haritaları anlamını yitirmeye, temelsiz, dayanaksız, tabansız, nevzuhûr "mühendislik projeleri"yle bu anlam haritalarının kökü kurutulmaya başlandığı zaman, o toplum iflah olmaz bir ontolojik güvensizlik duygusu yaşamaya mahkum olur. Ontolojik güvensizlik duygusu yaşayan bir toplum sadece bugününden ve yarınından kaygı duymakla kalmaz; aynı zamanda yönünü de şaşırır ve yitirir. Ontolojik güvensizlik duygusu yaşayan, dolayısıyla yönünü yitiren bir toplum, ruhu çalınmış, tastamam ruhsuzlaşmış, duyarsızlaşmış, dünya yıkılsa bile tepki veremeyecek kadar patolojik (hastalıklı) hale gelmiş bir toplum demektir. Yönünü yitiren bir toplum, o toplumu ayakta tutan, her şeye rağmen hayata tutunduran, iç ve dış dünyasını anlamlandıran "ortak aklı", kollektif hafızası, temel dinamikleri ve değerleri dinamitlendiği için, bırakınız dünyada olan bitenlere Özne olarak müdahale edebilmeyi, dünyada olan bitenlere anlam bile veremez. Öz-güvenini ve yönünü yitiren bir toplum her zaman dışardan yapılacak müdahalelere açık, başkaları tarafından yönlendirilmeye son derece müsait, her zaman itilen, kakılan, köşeye sıkıştırılan, çepeçevre kuşatılan, tam bir çıkmaz sokağın eşiğine gelip dayanan bir Nesne olmaktan kurtulamaz. İki yüzyıldır yaşadığımız ve ne olduğuna bir türlü karar veremediğimiz "macera"nın bizi getirdiği nokta, işte böylesine absürd ve traji-komik bir nokta: Bu iki yüz yıllık süreçte, Türkiye, bu toplumun tarih yapmasını ve tarih yazmasını mümkün kılan tüm iddia'larından, söz'lerinden, dinamiklerinden, zengin birikiminden ve sahip olduğu imkanlardan vazgeçtiğini dünya aleme ilan etmemiş midir? Bir dünya devleti ve medeniyeti olan Osmanlı'dan tevarüs etmemiz gereken ve çağdaş formlarla yeni şekillerde yeniden icat ettiğimizde Türkiye'yi yeniden büyük bir dünya devleti yapabilecek o büyük misyonu, o büyük iddiaları, o büyük söz'leri ve o sarsılmaz dinamikleri dinamitlemekle Türkiye ne kazanmıştır? Şunu: Bir taraftan sömürgeci "düvel-i muazzama"ya karşı "kurtuluş savaşı" verdik; öte taraftan da sömürgecilerin bile yapamadıkları, yapmaya cesaret bile edemedikleri bir şeyi yaptık: Kendi-kendimizi sömürgeleştirdik. Kendi-kendini sömürgeleştirmeye kalkışan bir ülkenin dünyaya söyleyebileceği kendine özgü yaratıcı, imajinatif bir şeyleri elbette ki olamayacak; böyle bir ülke, başkalarının geliştirdikleri projeleri, iddiaları, stratejileri uygulamaktan, onların taşeronluğunu yapmaktan başka bir şey yapamayacaktır. Kendi-kendini sömürgeleştiren bir ülke, kendi "beden"ini ve "ruh"unu yoksayan, satan bir ülkedir. Böyle bir ülke, özgüvenini ve yönünü yitirmeyecek ve dolayısıyla türlü türbülanslar yaşamayacak da ne yapacaktır? Bir ülke düşünün... Okullarında, üniversitelerinde çocuklarına, kendi değerlerini, dinamiklerini öğretmiyor; aksine yasaklıyor. Kendi değerlerini ve dinamiklerini az buçuk da olsa önemseyen kurumlarına ve insanlarına cehennem hayatı yaşatıyor! Böyle bir ülkenin insanlarının geleceğe güvenle bakabilmeleri, yönlerini yitirmemeleri mümkün mü? Bir toplumun geleceğe güvenle bakabilmesini, yönünü tayin etmesini mümkün kılacak değerleri ve dinamikleri, son derece absürd gerekçelerle dinamitlenen bir toplumun bırakınız koşmasını; yürümesi, ayakta durabilmesi, hatta toplumsal ve zihinsel sağlığını koruyabilmesi bile son derece zordur. Bu toplumun güvenini ve yönünü yitirmesine zemin hazırlayan her tür adım, bu ülkenin geleceğine sıkılmış bir "kurşun"dur! Bu "kurşun"un bir Frankenstein gibi asıl mucitlerini veya tetikleyicilerini vurmayacağını kim garanti edebilir? Türkiye kendi zengin tarihsel, kültürel ve toplumsal tecrübesine, birikimine ve dinamiklerine sahip çıktığı ve bu dinamikleri İslâm'ı eksene alarak çağdaşlaştırmanın, yeniden icat etmenin yollarını araştırmaya başladığı zaman, "Frankenstein'ın kurşununu" etkisiz hale getirebilir ve 200 yıllık makus talihini ve tarihini yenebilir. Bunun tek yolu, çağdaş dünyadan kopmadan ama bu toplumun tarihsel, kültürel ve toplumsal birikiminin, tecrübesinin yegâne kaynağı olan İslâm'la yaratıcı, imajinatif ve çığır açıcı ilişkiler geliştirebilmekten geçiyor. İşte o zaman Türkiye yön ve özgüven yitimi sorununu halledecek, dışardan yapılacak müdahalelere direnebilme ve bu müdahaleleri usturuplu bir şekilde püskürtebilme gücüne kavuşmuş olacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |