|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dün pek çoğumuzun kulağı Brüksel'de, Avrupa Birliği Komisyonu'ndan çıkacak 'ilerleme raporu'ndaydı; buna karşılık, AB Komisyonu da gözlerini Ankara'ya, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) DEHAP'la ilgili vereceği karara çevirmişti. Birbiriyle ilişkili bu iki olay, Türkiye'deki kafa karışıklığını göstermesi bakımından önemli... Türkiye, 1950'lerden beri Avrupa'nın ekonomik ve siyasi birlikteliği içinde olmayı benimsemiş bir ülke. 10 Aralık 1999'da Helsinki'de yapılan AB Zirvesi Türkiye'nin 'aday adaylığı'nı teyit etmiş oldu. Son dört yılı AB ile 'uyum' sağlayacak adımların beklentisiyle geçirdik. Bu yılın sonunda Kopenhag'ta toplanacak Avrupalı liderlerin, 'uyum' yolunda atılan adımlara bakarak, "Türkiye ile adaylık müzakereleri başlayabilir" demeleri bekleniyor. Dün Brüksel'de açıklanan 'ilerleme raporu' beklentinin 'gerçekçi' olup olmadığına ışık tutması bakımından önemliydi. Hangi yönden baktığınız önemli olmakla birlikte, rapor, genel hatlarıyla 'olumlu'. Daha girişinde, Türkiye'nin AB yolunda kat ettiği mesafeyi takdire şâyân buluyor rapor; bunun zor şartlarda gerçekleştirildiğini de kayda geçiriyor. Ancak, yasal değişikliklerin yetersizliğine, uygulamada yaşanan tutarsızlıklara da işaret etmeden duramıyor... Kıbrıs ihtilâfının çözüme kavuşturulması ve ekonomik alandaki yapısal düzenlemeler de önemli, fakat Brüksel'in şu aşamada en çok dikkat ettiği AB'nin siyasi kriterlerine uygunluk... Türkiye, kriterlere uyum sağlayabilmek için 'ulusal program'da vaad ettiği değişikliklerin bir bölümünü yerine getirdi. Cesur davranıp TCK 159 ve 312'deki değişiklikler biraz daha geniş tutulmalıydı; ancak yapılan düzenleme yine de eskisinden iyi. Fikir, ifade, inanç ve iletişim özgürlükleri önünde mevcut sınırlamaların ortadan kaldırılmasını amaçlayan 'reformların' tümü hayata geçirilemedi. Türkiye, AB ile mukayese edildiğinde, hâla demokrasisi 'ayıplı' bir ülke... Bir bu kadar sıkıntı da uygulamadan kaynaklanıyor. 'İşkence' yasalara göre yasak, fakat tam bitirilmiş değil. Daha vahimi, devletin işkencecilere arka çıktığı görüntüsünü veren yanlışlar... Özgürlükleri kısıtlayan maddeler yüzünden, cezaevlerinin 'düşünce suçluları' ile dolup taştığı hissine kapılanlar var... Dilekçe hakkını kullanan, sivil protesto kapsamına giren eylemler gerçekleştiren gençler gözaltına alınıyor, üniversiteden kayıtları siliniyor. Parti kapatılan, 'siyasi yasaklı' liderlerin bulunduğu bir ülke Türkiye; Brüksel'den bakıldığında siyasi hayat üzerinde geniş bir gölgenin varlığı fark ediliyor. MGK'nın sistem içindeki merkezi yerini de anlamakta zorlanıyor Avrupalılar... Türkiye'nin 'lâiklik' uygulamaları da AB tarafından eleştiriliyor. AB, 'din özgürlüğü' söz konusu olduğunda, daha çok Sünni-olmayan Müslümanlar ve Müslüman-olmayan azınlıklar ile ilgilense bile, sorunlar Türkiye'nin 'lâiklik' anlayışından kaynaklanıyor. Türkiye, AB'nin "Sünni olmayan Müslümanlar ve gayr-ı müslimlere daha geniş özgürlük" talebine, hak ve özgürlükleri herkes için tartışmalı hale getirerek karşılık verme eğiliminde. Oysa, 'lâiklik', "Ayrım gözetmeden herkese din ve vicdan özgürlüğü" anlamına geliyor ve Türkiye'nin yapması gereken, sistemini, bu anlama uygun biçimde yenilemekten ibaret... Sandıktan birinci çıkacağı tahmin edilen partinin lideri 'siyasi yasaklı'... Üç hafta sonra seçime gidiyoruz, oy pusulaları basılıyor, ama pusulada yer alan partilerden DEHAP'ın seçime katılabilmesi, YSK, Yargıtay başsavcısının başvurusunu reddederse mümkün olabilecek... Türkiye'de yargının siyasi amaçlı kullanıldığı kuşkusu AB'nin ilerleme raporuna nasıl sızmasın? AB üyeliği hiçbir zaman 'çantada keklik' değildi; dün çıkan rapor biraz daha gayret edilmesi gereğini vurgulamış oldu. Sandıktan çıkacak iktidar, kapsamlı bir 'reform paketi' ile, rapordaki itirazların hepsini geçersiz kılabilir. Herhalde bu beklentiyle olacak, Brüksel de, partiler arasında taraf tutmadığını göstererek, 'tarih' konusunu yıl sonu zirvesine bıraktı.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |