|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bazı taşlar yerine oturuyor. Örneğin Tayyip Erdoğan ile Doğan Medya Grubu arasındaki ters atışmalar git gide belirgin hale geliyor. Tayyip Erdoğan'ın meydan okuyucu tavrı bir yanda, gazetelerin resim altlarına, köşe yazılarına sıkıştırılan belden altı atışlar diğer yanda, ortalık seçimlere doğru bir ölçüde geriliyor. CHP ve AKP arasındaki suçlayıcı atışmalarda durum farklı değil. Türkiye'nin seçimler öncesi "özel koşulları" dikkate alınırsa bunlar tedirginlik verici gelişmeler... Ancak tarafların yapılarına, duruşlarına, tavırlarına bakılınca aynı ölçüde doğal ve kaçınılmaz durumlar... Tarih arzu edilene, olması istenene göre değil, gerçeklere, olanlarla göre yazılır... Örneğin merkez parti olması iddiası bu ülkede, çevre, inanç, milliyetçilik kadar, devletin taşınmasını, merkez güçlerin temsil edilmesini, daha da öte o merkez güçlerle, basınla, sermaye gruplarıyla aşırı yakın, yönlendirmeye açık, iç içe ilişkiler kurulmasını gerektirir... Böyle olmayanlar merkeze alınmaz; dahası merkeze sızma çalışmaları o merkezi istila olarak algılanır... En önemlisi bu ülkede laik kimliğin, daha doğrusu laik duruş ve geçmişin öneminin sadece "ideolojik" değil aynı zamanda "ekonomik" nitelik taşımasıdır. Laiklik anlayışının yan işlevlerinden birisi de ekonomik ve sosyal bir iktidar alanının tekel altında tutulması belirleyen zırh olmasıdır. Bu nedenle merkez, içine girmek isteyenlerden sadece "laik fikir" talebinde bulunmaz, "laik katkı" ister... Böyle değerlendirilmeyenler merkeze kabul edilmezler, dışlanma mekanizmalarına tâbi tutulurlar... Tayyip Erdoğan'a merkez medya tarafından yakılan yeşil ışık da, onun gücüne oranla yakılmış ve kendisinden merkezin koşullarını yerine getirecek ilk adımları istenmişti. Ama öyle olmadı, Erdoğan uysal davranmadı, boyun eğmedi. Şimdi suçu kime isterseniz ona yıkabilirsiniz... Bazı durumlarda merkez medyanın bazılarında Tayyip Erdoğan'ın yanlış çıkışlar yaptığını söyleyebilirsiniz... Ama şu değişmez: Ne Tayyip Erdoğan tüm iddiasına rağmen partisiyle merkez nezdinde merkezi bir aktör olma noktasındadır; ne de Türkiye'nin merkez güçleri siyasi merkezin kriterlerini esnetme aşamasındadır... Türkiye'nin sadece seçim öncesi değil, son yıldır yaşadığı sosyolojik gelişmeler arkasındaki acı gerçek de aslında budur. Siyasi merkezin mevcut kriterlerini hiçbir zaman gözardı etmemek gerek. Bunları en iyi özetleyenlerden birisi de, iki gün önce Neşe Düzel'le yaptığı röportajda Kemal Derviş oldu. Ayrıca Kemal Derviş bu açıklamaları yaparken bizzat kendi başına yerine oturan taşlardan birisi haline geldi.. Derviş dilinden özet şöyle: "AKP'ye oy verenlerin büyük bölümü şeriat istiyor. Hitler de işsizliğin yoğun olduğu dönemde iktidara gelmişti. Keşke Alman ordusu da darbe yapsaydı..." "Türk Silahlı Kuvvetleri önemli bir sorumluluk ve görevi yerine getirmiş, ülke ekonomik ve siyasal çıkmaza girdiği dönemlerde duruma müdahale etmiştir..." "Siviller demokrasiyi önemsemiyorsa, TSK'nın güçlü bir şekilde temsil edildiği MGK gibi kurumlar duruma müdahale etmiştir. Demokrasinin MGK'ya ihtiyacı var..." "AB'nin Türkiye'deki asker-sivil ilişkilerini eleştirmesi yanlıştır. Çünkü Türkiye'nin kendisine özgü koşulları vardır..." Bu düşünceler bu ülkede yaşayan tüm demokratların yıllardır kavga ettikleri, karşı çıktıkları, suçlu ilan ettikleri bir zihniyetin ana parçalarını oluşturuyor... Fehmi Koru'nun dünkü yazısındaki şu görüşüne katılmamak mümkün mü? "Son 50 yılı neredeyse bütünüyle heba etmemizi getiren askeri müdahaleleri onayan, yenilerine geçiş izni veren, Türkiye'yi diğer ülkelerin gerisine düşüren, ekonomisini bozan, sosyal düzenini darmadağın edip dayanışma duygularını törpüleyen zavallı bir zihniyetin 'kapsülleşmiş' biçimi bu cümleler..." Evet, bir dönemler Derviş'in iflas eden bir merkezin ihya edilmesi için özellikle basın tarafından kullanılan siyaset dış ve karşıtı söylemi temsil eden bir araç haline getirildiğini söyleyenlerin ne denli haklı olduğunu ortaya koymuyor mu bu tablo? Derviş'e ve Derviş gibilere bağlanan umutların siyasetsizliğe mahkumiyetten başka bir şey olduğu ortaya çıkmıyor mu? Evet, hoş olmasa da, bizi toz pembe rüyadan uyandırsa da taşlar yerine oturuyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |