T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tayyip Erdoğan'ın düşündürdükleri...

AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, önceki gün sabah saat 09:30'dan 14:00'e dek Yeni Şafak ailesiyle birlikteydi. O uzun toplantıda bulunamadım. Ama, tutulan notları okudum. Şu an için 3 Kasım seçimlerinin iktidara en yakın görülen partisinin liderinin neler söyledikleri, kuşkusuz, önemli. Nitekim, üzerinde durulması gereken sözler söylemiş.

Okuduğum Tayyip Erdoğan notları arasında dikkatimi çeken noktaların başında şu sözler geliyor. '3 Kasım seçimlerinde tek başına iktidara geleceğiz. Merkez sağı yeniden inşa edeceğiz. Klasik, alışılmış bir merkez sağ olmayacağız. Ak Parti siyasette de merkez haline gelecek. Merkez solun merkeze yakın unsurlarının da merkez sağın merkeze yakın kesimlerinin de çatısı altına girebilecekleri bir parti arzuluyoruz. Bunu gerçekleştirebilecek aktörler gerekiyor. Aday belirleme çalışmalarını da bu perspektifle yürütüyoruz. Biz muhafazakar-demokrat bir çizgiyi savunuyoruz. Adaylarımızın da bu profile uygun olmalarını istiyoruz. 2800 aday başvurdu partimize. Bunlardan 620 aday üzerinde çalışıyoruz. İki unsur çıkıyor karşımıza, hükümet olacaksınız, muktedir olacaksınız. Bu ikisi birarada olmadan olmaz. Buna göre bir kadro teşkil ediyoruz.'

Aynı sözcüklerle ifade etmese de, aynı 'espri' ile 3 Kasım'a yaklaşan bir de CHP var. Kemal Derviş'in ısrarla 'çağdaş sol' kimliğe yaptığı vurgu, 'sosyal-liberal sentez'in altını çizmesi ve buradan hareketle 'merkez sağın merkeze yakın 'liberal' unsurları'nı da birlik çatısı altında görme eğiliminin ardından CHP'ye katılması; böylece özünde Deniz Baykal'ın ortaya attığı 'Yeni Sol' kavramı ve genel başkanlığa dönüşünden sonra önem verdiği 'Anadolu aydınlanması' adını verdiği 'Tasavvuf geleneği'ne uygun İslami kesimlere dahi CHP'yi buluşma adresi olarak göstermesi, üstüste gelerek, örtüştü. Bunu farketmeden, 'Baykal, Derviş'i yer mi yemez mi' söylemi anlamsız bir butik dedikodusu.

Bu 'örtüşme'nin sonuçlarından biri, CHP'nin aday listeleri hazırlığında, daha önce 'sol kavramı' ile hiç özdeşleşmemiş 'merkeze yakın merkez sağdaki' şahsiyetlere de yönelmesi oldu. 'Aday listelerinin teşkili'nin mantığında da benzerliği, Kemal Derviş'in bir süre önce bana söylediği sözlerde bulabiliyorum. Derviş, liste düzenlemesinin '4 Kasım günü düşünülerek yapılması gerektiği'nden, 'hatta şimdiden TBMM komisyonlarında kimlerin bulunması düşünülüyorsa, ona göre yapılmasının önemi'nden söz etmişti. Erdoğan'ın 'Hükümet olacaksınız, muktedir olacaksınız, bu ikisi birarada olmadan olmaz. Buna göre bir kadro teşkil ediyoruz' sözleriyle eş anlamlı.

Tayyip Erdoğan'ın yukarıda ifadesini bulan 'AK Parti kimlik niyeti' ile CHP; 'seçim yarışı' içinde ama benzer yaklaşımlara sahip bir görüntü çiziyorlar. 3 Kasım'ın 'yükselen parti organizmaları'nın bu iki parti olması, bu bakımdan şaşırtıcı sayılmamalı.

Her ikisinin adeta bir 'ortak kaderi' daha söz konusu. Kemal Derviş 'solcu'; CHP 'sosyal demokrat' kabul edilmeli mi edilmemeli mi tartışması, o 'cenah'ın geleneksel-çekirdek mahfillerinde devam ederken; AK Parti, 'merkez ya da merkez sağ' sayılmalı mı sayılmamalı mı tartışması da 'diğer cenah'ta dinmiş değil.

İlkinin kendi cenahında 'sindirimi daha kolay' konumuna karşılık, Ak Parti ile ilgili soru, o cenahta daha hayli tartışılmaya devam edeceğe benziyor. Bu konulara en ziyadesiyle kafa yoranların başında gelen Taha Akyol, dünkü yazısını şöyle tamamlamıştı: "CHP ve AKP yeni kum tepeleri mi, yoksa cenahlarını toparlayarak kurumlaşabilirler mi? Biri eski CHP'nin, öteki DP'nin yerini alabilir mi? Kendilerine bağlı...

CHP'nin merkez solu tutması biraz daha kolay gözüküyor. Ama sağda kalıcı bir toparlanmanın daha zor olacağı, daha büyük sayıda fırtına eseceği kanaatindeyim."

AK Parti'nin bu alanda ortaya çıkan 'sorun'u, asla 'niyet'i değil. AK Parti'nin Tayyip Erdoğan'ın ağzından Yeni Şafak görüşmesinde ortaya çıkan 'niyeti'nin, 'küreselleşme olgusu'nun da etkisiyle, Türkiye'nin önü alınmaz dinamiklerinin kaçınılmaz bir sonucu olacağını, daha AK Parti yokken, Fazilet Partisi daha yeni yeni şekillenirken 1998 Temmuz'unda Washington'da USIP adlı kuruluşta, Amerikan başkentinin Türkiye ile ilgili eliti önündeki konferansımda söylemiştim. 30 civarındaki dinleyicilerin arasındaki tek Türk, Kemal Derviş idi. Daha sonra AK Parti'nin bugünkü 'profili' ile şekillenmiş ve doğrulanmış olan 'argümanım', Amerikalıların kuşkularına ve sorularına hedef olmuştu.

1999 ve 2000 yıllarında Washington'da Wilson Center ve USIP'deki 'tez konum' da yine buydu. Bu bakımdan, Tayyip Erdoğan'ın 'AK Parti kimliği ve işlevi'ne ilişkin sözleri, benim için hiç yabancı değil. Her konuşmasında, dört yıl öncesinden başlayarak Prof. Kemal Karpat ile 'ortak öngörümüz'ün doğrulandığını her seferinde görmüş oluyorum.

'Sorun', yapısal sayılabilir. AK Parti, gerçekten, 1946-50 arası Demokrat Parti'ninkine benzer bir 'kitlesel rüzgar' ve 'proje'yi andırıyor. 'Yapısal sorun' tam da bu benzerlikten kaynaklanıyor. DP'nin dört kurucusu, tek parti iktidarından, CHP bünyesinden gelen dört şahsiyetti. Eski başbakanlardan Celal Bayar, bir dönem Serbest Fırka deneyiminden geçmiş Adnan Menderes, CHP elitinin bir parçası sayılması gereken Refik Koraltan ve büyük tarihçi Prof. Fuad Köprülü... DP'nin kuruluşu 'çevreden merkeze yöneliş'ten ziyade, 'merkez'in bölünmesi tanımına daha uygundu.

Oysa, AK Parti'nin 'politbürosu'na, 'kurucu kadrosu'na baktığımızda, bir farklılık söz konusu. Tayyip Erdoğan, MSP-Refah geleneğinden; keza Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener de öyle. Abdullah Gül'ün 'Milli Görüş'çü' MSP geçmişi yok. Zamanında, Necip Fazılcı 'Büyük Doğu' akımından etkilenmiş. Abdülkadir Aksu, Turgut Özal'ın ANAP'ının muhafazakarlarından.

Yani, Ak Parti'nin 'çekirdek yönetici beşlisi', giderek 'DP'lileşme' eğilimi gösteren siyasi hayatımızın bu yeni partisinde 'çevreden merkeze' yol alma örneğini oluşturuyor. Bu, Türkiye'nin henüz tanık olmadığı ve tanımadığı bir durum. Nasıl olacak; gerçekleşebilecek mi? AK Parti, 'merkez'e yürüdüğü ve 'merkez'e yerleştiği oranla, bu yapıdaki 'çekirdek yönetici kadro' aynen kalabilir mi? Kalırsa, AK Parti, 'merkez'e yürüyüp yerleşebilir mi? İzleyip görmek gerekiyor.

Ama şurası kesin olarak şimdiden görülebiliyor ki, AK Parti, merkez sağın geleneksel zeminine, ANAP'ı, hatta DYP'yi ve bunların püsküllerini minder dışına iterek yerleşme dinamiğini sergiliyor.


4 Eylül 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED