|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Geri sayım hızlandıkça, partilerin hem bu seçime hem de önümüzdeki döneme ilişkin projeksiyon ve yönelimlerine ilişkin bilgiler de netleşmeye başlıyor. Hepimizde, sarsıcı ve yıpratıcı bir dönemin ardından gidilen seçimlerde gerçekten "yeni" ve "etkileyici" politika beklentisi arttı ama henüz bunun işaretlerini görebilmiş değiliz. Görünen o ki, 3 Kasım'ın ülkeye gerçekte neler vaadettiğini anlayabilmek için Eylül ayı ortalarına kadar bekleyeceğiz. Ancak, genel hatlarıyla bakılacak olursa partilerin rota ve istikametleri yine de belli sayılır. Biz de liderlerin ağzından partileri dinliyoruz. Önceki gün, AK Parti lideri Tayyip Erdoğan vardı, görüşlerini bugün okuyacaksınız. Önümüzdeki günlerde SP lideri Recai Kutan gelecek ve diğerleri... Şimdi, bu seçime damgasını vuracak ve doğal olarak etkisini uzun bir süre devam ettirecek yeni politik trendin ana başlıklarına bakalım. 1- AK Parti, her ne kadar, bugün kimileri için hâlâ bazı soru işaretleri barındırıyorsa da merkezin en azından, "rakipsiz" siyasal gücüdür. Bu gücün siyaset dışındaki alanlarda kökleşmesi için ilk adım seçim meydanlarına taşınacak söylem, ikinci adım ise seçimlerin ardından iktidar sahibi ya da ortağı olabilmektir. Böyle bir süreç de doğaldır zira; geleneksel merkez darmadağın olmuştur ama bu dağınıklık üzerine yeni bir imar faaliyeti bulunmak, bugünden yarına hızla gerçekleşecek kadar kolay bir şey değildir. Zaman, sabır ve ikna gücü istiyor. Bunun için en önemli eşik olan "toplumsal kabul" de aşılmıştır zira; anketler göstermektedir ki AK Parti, her seçim bölgesinde en az bir milletvekilliği çıkartabilecek güce ulaşmıştır. Böyle bir partinin sosyal meşruiyetini tartışmak, ancak "sosyal" olanı ve onu ölçen yöntem olan "demokrasi"yi tartışmakla mümkündür. AK Parti için zor olan, seçim gününe kadar belden aşağı saldırılarla geçmesi muhtemel "sıkıcı" günlerdir. Seçimden sonra ekseni, yoksulluğu aşmak üzerine oturtabilir ve üstelik arkasındaki halk desteği ile bunu kolayca başarabilir. 2- Saadet Partisi, AK Parti'nin bütünüyle üstlendiği merkezileşme rolüne soyunamayacağını ve böyle bir girişimin anlamsızlığını görüyor. Dolayısıyla, her ne kadar 54. Hükümet dönemindeki ekonomi yönetimini en büyük referans olarak kullanıyor ve kullanacak olsa da bu partinin temel politik parametreleri genelde "demokrasi, insan hakları" ve özelde de "dini talepler ve özgürlükler" olacaktır. Sözkonusu taleplerin politik düzlemde dillendirilmesi ve temsil edilebilmesinin önemine ağırlık vereceklerdir. Bu söylemin siyasal tabanı ile ekonomik sorunların çözümü konusunda Erbakan modeli'ne yakınlık gösterenlerin toplamı, SP'nin oy oranını ortaya çıkaracaktır. Zira, HADEP ve BBP cephesindeki ittifak seçeneklerinden uzaklaşan SP'nin mevcuda ilave edeceği en önemli propaganda gücünün Erbakan olduğu açıktır. Bu açıdan 3 Kasım, Erbakan için de "olmak ya da olmamak" anlamına gelen bir seçim olacaktır. 3- Gözümüzü biraz da sola çevirelim. Siyasi yelpazenin en dramatik gelişmeleri orada yaşanıyor. Kemal Derviş'i bünyesine katan CHP'de geleneksel solun kabul etmekte zorlanacağı bir değişim yaşanıyor. DSP'nin bu kesime yaşattığı travmanın ardından solun birinci partisi konumunda bulunan CHP'deki bu piyasacı liberalleşme, solun radikal kanatlarının da hızla çırpılmasına yol açtı. O kadar ki HADEP'teki sol damar bile bu duruma ÖDP, SHP gibi küçük sol partilerle ittifak yaparak CHP'ye cevap verecek kadar kabarmış bulunuyor. Dolayısıyla, solun politik merkezi ile çevresi arasındaki mesafe iyice açılacak ve seçimde CHP'ye yönelik saldırılar sağdan değil, sol partilerden gelecek gibi görünüyor. 4- Avrupa Birliği... Seçimin önemli siyasal güçlerinden birisi de AB partisi olacaktır! Elbette, seçim propagandasını AB üyeliği hedefine oturtan partilerin -ki, ANAP buna namzet görünüyor- sadece bundan dolayı oy alabilmeleri mümkün görünmüyor. Hatta, tam tersine karşıtlık tezini işleyecek olan partiler –ki, MHP çoktan beri buna başlamış görünüyor- sırf bu yüzden oy da kazanabilirler. Hele, Günter Verheugen gibi, Türkiye'nin üyeliğini umutsuzlaştıran demeçler veren "gizli MHP'li Avrupalılar!" konuştukça, bu fark daha belirgin hale gelebilir. Ancak, kesin olan bir şey varsa o da AB'yi bütünüyle reddeden bir partinin seçim sonrası hükümet seçenekleri içine dahil olabilmesinin mümkün görünmediğidir. Bu yargının en büyük habercisi de partilerin, ülkenin önüne AB perspektifinden daha belirgin bir zenginlik ve demokratikleşme seçeneği koyamamalarıdır. 3 Kasım yolundan şimdilik anlaşılanlar böyle...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |