|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sadece televizyon değil, bütün kitle iletişim araçları, tüm dünyada bir "silah" gibi kullanılıyor. Küreselleşme, kitle iletişim araçlarında hem tür, hem de dil açısından bir çeşitlenmenin yaşanmasına; ama aynı zamanda da, iletişim araçlarının söyleminin ve dilinin küreselleşmesine ve tektipleşmesine yol açıyor: Artık hangi ülkede yaşarsanız yaşayın, hangi televizyon kanalını izlerseniz izleyin, bu araçların dillerinin ve söylemlerinin birbirine çok benzediğini göreceksiniz. Küreselleşme, CNN, BBC gibi televizyonların televizyon pazarındaki yerlerinin, etki ve ulaşım alanlarının ulusal sınırların ötesine taşmasına, bütün bir küreyi çekim ve yayın alanı olarak görmelerine neden oluyor. Sonuçta, iletişim teknolojisindeki gelişmeler, televizyonların çeşitlenmesine, televizyon kanallarının çoğalmasına imkân tanıyor ama bu niceliksel artış, niteliksel artışa imkân tanımıyor: Popüler Amerikan kültürü, dünyadaki tüm televizyonların yayıncılık anlayışlarını ve dillerini kendisine benzetiyor ve tektipleştiriyor. Amerikan tarzı ticârî yayıncılık anlayışı, "dengeliliği", "tarafsızlığı", "bilgilendirme"yi ve "eğitme"yi (ki, tüm bunlar kısmen illüzyondan da ibaret olsa) ilke edinen kamu yayıncılığı anlayışının hakim olduğu birkaç Avrupa ülkesinin dışında tüm dünyada en yaygın yayıncılık anlayışı haline gelmeye başladı. Amerikan kültürünün kürselleşme fenomeniyle birlikte tek küresel kültür haline gelmesi Amerikan tarzı sansasyonel, ilkesiz, ilkel, tüketimi putlaştıran, böylelikle kitleleri "köleleştiren" ve her tür merak duygularını kışkırtarak sömüren, dünyanın sorunlarına yabancılaştıran ve duyarsızlaştıran, reytingi tanrı konumuna yükselten ticârî yayıncılık anlayışının tüm dünya ölçeğinde yaygınlaşmasıyla ve köksalmasıyla sonuçlandı. Gerek kamu yayıncılığı, gerek ticârî yayıncılık ve gerekse -kısmen de olsa- belli dinsel, cinsel, sınıfsal, entelektüel kesimlere yönelik yayın yapan alternatif / muhalif yayıncılık anlayışlarına dayalı olarak yayın yapan özelde tüm televizyonlar, genelde ise tüm medyalar, aslında birer kontrol ve manipülasyon araçlarıdır. Küreselleşmenin motorunu popüler Amerikan kültürü, kapitalist ekonomi ve liberal siyaset anlayışı oluşturduğu için, Habermas'ın deyişiyle kitle iletişim araçları artık "siyâsî güç odaklarının ve ekonomik çıkar çevrelerinin güdümüne girerek kitleleri kontrol ve kolonize eden araçlar" haline gelmiş durumdadır. O yüzden Heidegger, kamera'yı "izleyiciye yöneltilmiş silah" olarak tanımlamakta; Paul Virilio da, "film çekmekle silah çekmek arasında bir fark yoktur" diyebilmektedir. Türkiye'de televizyon, Türk toplumunu Batılılaştırma sürecinde feleğini şaşırmış elitler ve aydınlar tarafından tam bir "silah" olarak görülmüş; ve o yüzden bugüne kadar Türk toplumunun İslâm'ın sunduğu kültürel dinamiklerini, anlam haritalarını teker teker dinamitleme misyonunu üstlenmiştir. Bugün artık rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Türkiye'de toplumun dönüştürülmesinde, kimlik, anlam, yön ve özgüven kaybı yaşamasında televizyon, devrimlerden çok daha etkili, yıkıcı ve tahripkâr bir rol oynamıştır ve halen de bu rolünü devam ettirmektedir. Her şeye rağmen modern medyanın ana vatanı olan Batı ülkelerinde medyalar, esas itibariyle kültürün ve kimliğin yeniden icat edilmesi ve yeniden-üretilmesi gibi bir işlev üstlenirler. Oysa Türkiye'de tam tersi bir durum sözkonusudur: Türk medyası, bizim kültürel dinamiklerimizi yeniden icat etmekte ve yeniden üretmekte değil, aksine, dinamitlemekte, aşındırmakta, her bakımdan tahrip etmekte kullanılmaktadır. 1990'lardan itibaren özel televizyonların yayın hayatına atılmaları, TRT'nin "totaliter" zihniyetini ele veren asık suratlılığının kırılmaya uğramasına yol açmıştır; ama tüm televizyonlar, Türk toplumuna Batılı hayat tarzları, duyarlıklar, zevkler, beğeniler, davranış kalıpları empoze etme misyonerliklerini sürdürmektedirler. Batılı televizyonların Batı toplumlarına dominant olarak başka kültürleri, kimlikleri, duyarlıkları empoze etme misyonerliğine soyunabileceklerini aklınızın ucundan bile geçiremezsiniz. Batılı televizyonların başka kültürlere ilgisi, sadece kendilerine çeşni ve zenginlik katmasını sağlamaya dönük yararlı ve anlamlı bir ilgidir. Türkiye'de her şeyin magazinleşmesi, popüler kültürün en pespaye ürünlerinin ve formlarının her alanda hızla kullanıma, dolaşıma ve tüketime sunulması, televizyonların izleyicilerin her türden sığ merak duygularını sömüren birer "narkoz etkisi" yapan "pornografik" tüketim metalarına dönüşmesi, genç kuşakların İslâm kültürü, sanatı, düşüncesi ve medeniyeti ile olan ilişkilerini sıfırlamaktan, gençleri yön, anlam ve kimlik bunalımı yaşamaya sürüklemekten başka bir işe yaramamaktadır. Televizyon, Türkiye'de tam bir baştan çıkarıcı, ayartıcı, uyuşturucu, tüketici, tahrip gücü yüksek bir "silah" gibi kullanılıyor ve bundan da en çok çocuklarımız ve genç kuşaklar zarar görüyor. Ama bu ülkede bunca iletişim fakültesi, sosyal bilimlerle ilgili tonla bölüm olmasına rağmen, bilim adamlarımız böylesine hayâtî bir konuya hakettiği ilgiyi göstermiyorlar. Ne ki, istisnai insanlar da çıkıyor aradabir. İşte hayatını çocuklara ve eğitim sorunlarına vakfeden Hüseyin Emin Öztürk bu müstesna kişilerden ve bilimadamlarından biri. Bugüne kadar çok sayıda çocuk romanı, hikâyesi yazan, pek çok radyo, televizyon ve eğitim kurumunun hayata geçirilmesinde birinci derecede rol oynayan ve tam bir kurum gibi çalışan ender kişilerden biri olan Öztürk, geçtiğimiz günlerde Kişilik Gelişimi Açısından Çocuk ve Televizyon başlıklı bir kitap yayımladı. 7'si özel, 8'i devlet okulu olmak üzere 15 ilköğretim kurumunun ikinci kademesinde öğrenim gören 12-14 yaş grubundaki 1500 civarındaki öğrenci üzerinden televizyon ve çocuk ilişkisini araştırmış Öztürk. Beyan Yayınları'nın (tel: 0212-512 76 97) yayımladığı kitabında Öztürk, televizyonun çocuklar üzerindeki çok yönlü, kalıcı ve uzun vadeli etkilerini, ulaştığı bulgularla açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu konuda yapılan en özgün araştırmalardan biri olan Öztürk'ün çalışmasını, başta eğitimciler olmak üzere, anne-babalara, bürokratlara ve siyaset yapıcılarına özellikle öneriyorum. Televizyonun ülkemizde bir "silah" gibi kullanılıp kullanılmadığına, Öztürk'ün özenle, titiz bir araştırmayla yazdığı bu kitaba bakarak siz karar verin artık.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |