T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bu Vatan Kimin? (Devam)

Cumartesi günü iki haftalık izin süresince kenarda birikenlere göz atmaya başlamış ve giriş mahiyetinde Doğan Grubu'nun ısıtılarak tekrar okura servis yapılan "Yayın İlkeleri"ni ve "Foks" adlı vahşi yaratığın Anıtkabir'de yeni açılan müzedeki işlevini gözden geçirmiştik. Hatırlayanlar vardır, yazının başlığı "Bu Vatan Kimin?" olmasına rağmen Vatan'a bir türlü sıra gelmemişti. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Hadi madem zaten bir yazı sonraya kaldı, "Bu Vatan Kimin?" meselesine girmeden önce geçen haftanın beni çok şaşırtan bir gelişmesini de araya sokalım: Biliyorsunuz, birkaç gün önce Türk-İş Başkanı Bayram Meral de CHP'ye katıldı. Böylece Türk sendikal hayatının üzerine oturmuş oligarşinin "devletçi sivil toplumcularından" bir üyesi daha lâyık olduğu yeri bulmuş oldu. Pekçok gazete bu gelişmeyi "CHP'ye işçi desteği" olarak yorumladı. Ancak dikkat ettiyseniz, o günün gazetelerinde işçi desteğinin taşıyan Meral'in yanında bir başka isimden daha söz ediliyordu. Bu değerli "sivil toplumcu" da, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) Başkanı Derviş Günday'dı. Kesip sakladığım için Radikal'in 4 Eylül tarihli sayısının birinci sayfası önümde. Gazete şöyle diyor: "İşçi ve esnaf desteği/Meral ve Günday CHP'li". Haberi okuyunca kendi kendime "İyi" dedim, "Bakalım haberin devamında daha geçen günlerde hakkında onca söz edilen Günday, bu katılım arifesinde kim bilir ne güzel anlatılmıştır!" Siz öyle sanın, Radikal'in ne birinci sayfasında, ne de haberin devamının yer aldığı 6. sayfasında kamuoyunun bildiği Günday'a dair tek bir satır hak getire! Demek öyle; demek daha geçen günlerde hakkında söylenmedik söz kalmayan Günday'la ilgili TESK Genel Başkanı ve CHP'ye katılması dışında kalan bütün bilgiler dağa kaçmış! Oysa aynı gün Yeni Şafak'ın Ankara bürosunun elinden çıkma haberde bakın neler yazıyor: "Yolsuzluklarla mücadele sözü veren CHP lideri Deniz Baykal, yolsuzluktan hapis cezası alan TESK Başkanı Derviş Günday'ı aday gösteriyor. Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi'nin yolsuzluktan dolayı hakkında 10 ay hapis cezası verdiği Günday hakkındaki dava Yargıtay'da sonuçlandırılmayı bekliyor. TŞOF Başkanı, TESK ve Mesleki Eğitim A.Ş.'den danışman olarak ayda toplam 16 milyar lira maaş aldığı ortaya çıkan Günday..." Görüyorsunuz, "Okurla sözleşme" başlığıyla okurları günlerce meşgul eden "Yayın İlkeleri", iş okurlardan bilgi kaçırmaya gelince Grup'un en aklı başında gazetesinde bile havagazı! Kahramanımız CHP'yi seçince okurları "Günday dosyası" hakkında bilgilendirmek kimsenin aklına gelmiyor...

Evet, "Bu Vatan Kimin?" Bu soruyu hatırlamayanımız var mı? İlkokula iki yıl devam edenlerimizin bile Orhan Şaik Gökyay'ın "Bu Vatan Kimin?" adlı şiirini kimbilir kaç kez kıraat etmiştir. Cumhuriyetin pek- çok kuşağı gibi bugünkü öğrenciler de yılda pekçok kez "Bu Vatan Kimin?" diye sormuyorlar mı? Galiba bir kez yazmıştım; bir ülkede bu sorunun bu derece sıklıkla sorulmasının ne tuhaf bir şey olduğundan sanırım bir kez söz etmiştim. Haksız mıyım? Üç çeyrek asırı geride bırakmış bir cumhuriyetin okullarında bu vatanın kimin olduğu hakkında hâlâ bu derece şüpheci olunabilir mi? Bu soruyu daha kaç asır soracağız? Eloğlunun biri öğrencilerin hep bir ağızdan bu soruyu sorduğuna şahit olsa. "Ne tuhaf bir millet bunlar, vatanlarının kime ait olduğuna bile henüz karar verememişler!" diye şaşırmaz mı? Neyse... Tahmin ettiğiniz gibi bizim "Bu Vatan Kimin?" diye sorarsarken ki maksadımız tabii ki bambaşka; biz şu yeni Vatan'ın kime ait olduğunu sorgulayacağız.

Bakkal'dan Vatan'ın ilk sayısını istediğimde üç genç hemen oracıkta yeni gazetemiz hakkında laflıyordu. Birisi "Ya bunun neresi yeni, bu aynen Sabah!" dedi. İkinci genç cevabı hemen yetiştirdi: "Ne olmasını bekliyordun tabii ki böyle olacak. Sabah da zaten Zafer Mutlu'nun değil miydi?" Üçüncünün tespiti biraz farklıydı: "Öyle diyorsunuz ama Sabah'ta da Tuğçe Baran yoktu; bak Zülfü Livaneli ile sırt sırta yazıyorlar artık!" Ben yanlarından ayrılırken gençler Vatan'ın kime ait olduğunu tartışıyorlardı...

Sahilde bir kahveye yerleştim ve eski Sabah yeni Vatan başyazarını okumaya başladım. Yazının başlığı bile doğrusu çok iyi geldi: "Bağımsızlığın gür sesi" (!) Çok iyi geldi, çünkü bu Vatan olayının olsa olsa bir şaka olduğu hemen anlaşılıyordu. "Bağımsızlığın gür sesi" (!) Bundan daha eğlenceli bir başlık olabilir mi? Daha birkaç gün öncesinin "Bağımlılığın kısık sesi" bu kadar kısa bir süre içinde doğrusu ancak böyle bir dönüşüm geçirebilir! Başyazıyı okumaya devam ettim. Başyazar girişimlerini "cüretkâr bir değişim" olarak niteliyordu. Haksız sayılmaz, çok hatta haddinden fazla "cüretkâr bir değişim"! Hatta o derece "cüretkâr" ki, sadece Vatan okurlarını değil, bu gazeteyi piyasaya süren grubun gazetelerinin (ve bu arada tabii Sabah'ın) okurlarını da hepten saf hatta aptal yerine koyan bir cüretkârlık... Başyazar devam ediyordu: "Çünkü biz ilk günden taahhüt ediyoruz ki, gazetecilik dışında hiçbir iş yapmayacağız. Kamu bankalarından tek kuruş kredi almayacağız..." Başyazarın bu vaadinin bir benzerini gazetenin genel yayın yönetmeninin kaleminden de okuyorduk: "Batacağımızı bilsek kamu bankalarından kredi kullanmayacağız." (!) Vatanımızın daha bir eğlenceli hale geldiği doğru değil mi? Kamu bankalarından tek bir kuruş almayacaklarmış... Yahu okurla dalga mı geçiyorsunuz, ortada "tek kuruş" alınacak kamu bankası mı kaldı? "Bağımlılığın kısık sesi" ile konuştuğunuz yıllarda hepsi yendi bitti kül olmadı mı? Oysa başyazar ısrarlı mı ısrarlı: "Özgür ruhlarımız ve bağımsızlık ayrıcalığımız gücümüz olacak. Daha özgür, daha zengin, daha temiz bir gelecek için bizi destekleyin ve cesaretlendirin. Kendimiz ve çocuklarımız için böyle bir geleceği inşa etmeye mecburuz." (!) Yok daha neler, bir de destek verip cesaretlendirecekmişiz... Kendiniz ve çocuklarınız için bu kadarı yetmedi mi? "Bu Vatan Kimin?"e yarın da devam edelim.

Not: Cumartesi günü yayımlanan yazımda, doldurulmuş cansız bedeni kısa bir süredir Anıtkabir'de yeni açılanı müzede sergilenen "Foks" adlı köpeğin hikayesini özetlerken, bu canavarın Atatürk'ün elini ısırması üzerine Falih Rıfkı'dan naklen "Efendisini ısıran köpekten hayır gelmez" denerek öldürüldüğünden de söz ediyordum. Ancak bir yanlışlık sonucu efendi-köpek ilişkisine dair bu deyim "Köpeğini ısıran köpekten hayır gelmez" olarak yazıya girmiş. Zaten başka türlüsü düşünülemez, çünkü deyimin bu son halinin doğru-yanlış olmasının dışında, bir anlamı yok. Fakat memlekette uyanık gazeteci çok... Pazar sabahı Hürriyet gazetesi istihbarat servisinden arayan (şimdi adını hatırlayamadığım) bir gazeteci bana ısrarla "Köpeğini ısıran köpekten hayır gelmez" ifadesinin ne anlama geldiğini yorumlatmaya çalışıyordu! Anlıyorsunuz, "Foks"un sahibi Atatürk ya... "Hay Allahım" dedim içimden, "Bunların hayatta bu küçük kurnazlıkların dışında başka işleri mi yok!"


9 Eylül 2002
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED