T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
En iyi Jenerasyon değil, en iyi takım

Milli Takım yıllar sonra ilk kez bir "süreli performans"a stressiz, tasasız başlıyor. Slovakya'ya karşı gösterişli bir skor üstünlüğüyle yapılan açılış, bu takıma yönelik yaklaşımların niteliğini de değiştirmeye namzet görünüyor. Bundan sonra, sadece galip gelen, puan alan ya da durumu kurtaran bir takımı değil, üstün nitelikli bir dünya futbol gücünü konuşmaya başlayacağız.

Milli Takım artık, skor analizlerini aşıp dünya üçüncülüğünün içini üst düzey perfomansla doldurma sürecine girmiş bulunuyor. Slovakya karşısında; rakibine korku salan, oyunu istediği gibi yönlendiren ve otoriter bir futbol sergileyen Türkiye, iki İngiltere maçı hariç, gruptaki bütün maçları-büyük bir aksilik olmazsa-rahatlıkla kazanabileceğini gösterdi. Bunun adı gelişmedir.

Futbolumuzdaki gelişmeyi gözlemlemek için de, Dünya Kupası elemelerinde yine Slovakya ile yaptığımız ve birinde iki puanı sahamızda bırakıp diğerinde de futbol adaletinin iltimasıyla ancak kazanabildiğimiz maçta yaşadıklarımızı hatırlamak yetecektir.

SÜREKLİ YENİLENME

O Slovakya, önceki gece daha ilk dakikada kendini sahasına prangalayıp 75 dakika hücumu düşünemeden karşısındaki "futbol hakimi"nin vereceği kararı saygıyla beklemek zorunda kaldı. Ve onlar beklerken biz de, Kore ve Japonya'da Hakan Şükür'ün formsuzluğu ile İlhan Mansız'ın anormal çıkışı arasına sıkışıp kalan Arif-Serhat ikilisinin duruma el koyuşuna tanıklık etme zevkini tattık. Milli Takım artık yenileniyor, bu belli. Yıldıray ve Emre Belözoğlu'dan sonra İlhan, Ümit Özat, Serhat, Cihan ve bu yıl yakaladığı formla Avrupa'nın yıldızları arasına girmeşe şimdiden aday olan Nihat kadroya monte ediliyor. İskelet yavaş yavaş gençleşiyor. Eksik ve sakatlara rağmen rahatlıkla kazanılan Slovakya maçı, Şenol Güneş'in ustalıkla ve hissetirmeden gerçekleştirdiği bu aşının tutacağının habercisidir. Aşı tutacak çünkü, Türkiye gerçekten bir "takım" hüviyeti kazanmış bulunuyor.

DEĞER KATAN FORMA

Türkiye'nin bir takım oluşunun izleri de görkemli başarılara rağmen, Milli Takım'ı oluşturan oyuncuların dünya futbol pazarındaki "içler acısı" halleri arasındaki paradoksta gizlidir. Dünya üçüncüsü takımdan transfer yapabilen tek isim Hakan Ünsal'dır ala o da ancak eski takımı Galatasayar'a dönebilmiştir! Kimseye ciddi bir teklif yoktır dahası, lejyonerler ya takımlarına girememekte ya da Ümit Davala, Hakan Şükür örneğinde olduğu gibi ücretsiz kiralanıp, bonservisleri ellerine bedava verilmektedir.

Bu tablonun bize gösterdiği şudur: Milli Takım'ın tarihin en iyi jenerasyonuna sahip olduğu yargısı subjektif bir dezenformasyondan ibarettir. Objektif olan, futbol pazarında değer yükseltemeyen bu futbolcuların usta bir el tarafından bir araya getirilerek başarılı bir takıma dönüştürüldüğüdür. Kalitelerini artıran en önemli faktör, onların milli takımdaki yükselen performanslarıdır.

Bu yüzdendir ki Milli Takım tarihte ilk kez bu kadar bariz bir şekilde ülke gündemine girmiş ve futbol taraftarlarının birinci takımı olmayı başarabilmiştir. Bundan sonra sadece bir maçı değil; yeni futbol anlayışı ve Dünya Kupası üçüncülük maçında altı çizilen yeni futbol kültürüyle, hedefi kendini aşmak olan bir takımı konuşacağız.


9 Eylül 2002
Pazartesi
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED