|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kıbrıs, büyük bir ihtimalle, Recep Tayyip Erdoğan için 'devlet adamlığı' yolunda önemli bir 'kilometre taşı' olacak ve Ak Parti'nin iktidarını 'konsolide etmesi'ne yarayacak. Kıbrıs'tan kasıt, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın planı. Elbette, Erdoğan ve 'müstakbel Ak Parti iktidarı'nın bu konuda; ne Bülent Ecevit ve onun Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel'e, ne ana muhalefet CHP'nin 'diplomat milletvekilleri'nden yükselecek seslere, ne Dışişleri'nin Mümtaz Soysal ve Şükrü Sina Gürel tortusu olan 'şahinleri'ne ve hatta ne de KKTC yetkililerinin (Rauf Denktaş dahil) Kofi Annan planının 'önlenmesi' sonucunu doğuracak itirazlarına kulak asıp, doğru yoldan sapmaması gerekiyor. Yani, Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti'nin, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının önündeki 'yepyeni ve muazzam fırsat'ı kaçırmaması gerekiyor. Kofi Annan Planı, aslında ve özünde, Türkiye'nin Kıbrıs davasını 'kazandığının belgesi'dir. Bakın, nüfuzlu Financial Times gazetesinin önceki günkü başyazısında nelerin altı çiziliyor: "Birleşmiş Milletler Akdeniz adasının Rum ve Türk toplumlarını birbirlerinden ayrıldıkları 1974'den bu yana biraraya getirebilecek en iyi fırsatı sunan bir Kıbrıs barış planı ortaya çıkarmıştır. Sadece, bundan önceki görüşmeleri akim bırakan bazı ihtilaf noktalarının üstesinden akıllıca ve ustaca gelebildiği için değil. Aynı zamanda, Kıbrıs'ın her iki 'anavatanı', Yunanistan ve Türkiye'ye yapıcı bir yaklaşımı ortaya koyabildiği için ve Avrupa Birliği'nin gelecek ay Kıbrıs'ın üyeliğine ilişkin alacağı karardan ötürü bir çözümü gerekli kılan zaman baskısından ötürü. İşin AB boyutu, bunu ya ikilinin biraradalığı veya birbirinden kopması haline getiriyor. Eğer BM planı, bir yeniden birleşmenin çerçeve anlaşması için zemin oluşturursa, o takdirde Kıbrıs Rumlarının zaten müzakeresi tamamlanmış olan AB'ye katılım şartları Kıbrıs Türklerinin AB'ye girmesini sağlayacak şekilde onları da kapsayacak. Ama eğer BM Planı başarısızlığa uğrarsa, Kıbrıs Rumları, Türkiye ve Kıbrıs Türklerini buruk biçimde ve Ada'nın toplumlararası bölünmesini her zamankinden daha derin halde bırakarak, AB'ye kendi başlarına girecekler. Son 28 yıldır, Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, birbirlerinden neredeyse tümüyle kopuk yaşadılar. Güneydeki Kıbrıs Rum devletini, uluslararası tanımaya sahip olmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden (KKTC) dikenli teller ve BM barış gücü askerleri ayırdı. Dolayısıyla, BM'nin sadece bu iki 'komponent devlet'in İsviçre-stili gevşek konfederasyonunu bir 'ortaklık devleti' için önermesi sürpriz değildir. Öyle bir devlet, dönüşümlü bir başkanlık, azınlıklar için özel oy güvenceleri içeren iki meclisli bir parlamento ve yargıçlarının üçte biri Kıbrıslı olmayacak bir yüksek mahkeme altında bulunacak. Bu yapının gevşekliği, iki ayrı etnik bölgeyi birleştirecek daha güçlü bir merkez isteyen Kıbrıslı Rumları memnun etmeyecek. Bununla birlikte, (BM Planı) 'komponent devletler'in egemenliğini Kıbrıs Türk tarafının istediği açıklıkta da tanımıyor. Ama, daha önceki tüm kararları da bu arada geçerli kabul ediyor. Bu, KKTC Ankara dışında hiç kimse tarafından tanınmamış olduğu için, Kıbrıs Türk tarafı bakımından özellikle önemli..." Yani, Türkiye'nin ve KKTC'nin, BM Kıbrıs Planı'nın 'anayasal' veçhesine itiraz edebileceği hiçbirşey yok. İşin o yönü, Türkiye'nin isteklerini kapsıyor. İçerdeki 'parçalar'ın 'egemenliği' açısından 'İsviçre Konfederasyonu'nun kantonal yapısı'na dayanan, dış politikada ise iki tarafın ortak görüşü halinde ortak politikayı esas alan 'Belçika modeli'ne dayanan 'unique' -kendine özgü' bir 'Kıbrıs modeli' söz konusu. İtiraf edelim; bu kadar 'Türk yanlısı' bir BM belgesini beklemiyorduk. Bu bakımdan, Kofi Annan belgesi, 'Türk diplomasisinin başarı belgesi' olarak addedilebilir. Gelgelelim, Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı, akıllı bir diplomasiyle arkasında ABD ve AB'nin desteğinin bulunduğu kuşkusuz olan bu BM Planı'na ilk planda 'olumlu tepki' verirken, Türkiye'de halkın daha on gün önce seçimde reddettiği zihniyetin temsilcileri ve bunların Kıbrıs'taki uzantıları, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk halkının kazanımlarını tehlikeye sokacak itirazlarını seslendirmeye başladılar bile. Kıbrıs sorununun çözümü diye bir derdiniz varsa, Kofi Annan Planı'nı 'mükemmel bir fırsat' olarak görür ve değerlendirirsiniz. Şayet yoksa, tıpkı yukarıda saydığımız 'ekip' gibi mızmızlanmaya başlar ve 'toprak, göçmenler, mülkiyet' gibi unsurlardan, planı 'incelemek için yeterli vakit bulunmadığı'ndan, 'Türkiye'de daha hükümet kurulmamış, TBMM'nin yeni toplanmış bir geçiş dönemi yaşamakta' olduğundan dem vurarak, 'olumsuz' bir tutum takınabilirsiniz. Bu, 'çözümsüzlük en iyi çözümdür' çizgisinin, bu 'anti-AB' çizgisinin bir tezahürüdür. Bu çizginin mensupları, Türkiye'nin devlet kurumlarının içinde yuvalanmışlardır. KKTC'nin tepesinde mevzilenmişlerdir. Bu 'çizgi' kazanırsa, Türkiye, AB dışında kalır. Bu 'çizgi' kazanırsa, Kıbrıs Türk toplumu 'haymatlos' statüsüne yakın bir konumda AB'den uzaklaşır. Ve, bu 'çizgi' kazanırsa, Tayyip Erdoğan asla kazanamaz; Ak Parti, iktidarını, daha tam sahip olamadan adım adım kaybetmeye başlar. O nedenle, Tayyip Erdoğan, yukarıda sıraladığımız 'eküri'ye kulaklarını tıkamalı ve bugüne dek izlediği ana çizgiden sapmamalıdır. 'Toprak tavizi' nedeniyle, Kofi Annan Planı'na itirazın hiçbir haklı tarafı yoktur. Zira, Türk tarafına, plana göre yüzde 28 dolayında toprak bırakılıyor. Kimisi, yüzde 37'den yüzde 28'e inişin fazla olduğunu ileri sürebilir. Ne var ki, gerçekte yüzde 3'lük bir alan 'tampon bölge' olduğu için Türk tarafının elinde fiilen bulunan toprak, yüzde 34 dolayındadır. Bu yüzde 34'ün Karpas'ta yani Ada'da bir ok ucu gibi uzanan bölgesinde zaten Rumlar yaşamaktadır. Maraş, bir pazarlık halinde bırakılmak üzere yerleşime bile açılmamıştır. Dahası, 1985'te New York'ta Denktaş, Kipriyanu'nun kabul etmediği belgede, Türk tarafının 'yüzde 29+'ya dek toprakta gerilebileceğini kabul etmişti; 17 yıl sonra aynı noktaya gelinmiş oluyor. 'Toprak tavizi kabul edilemez' itirazı ciddi değildir. Eğer Tayyip Erdoğan, Kıbrıs konusunu, Türkiye'nin AB yolu, Kıbrıs Türk halkının esenliği ve kendi iktidarıyla birebir ilgili olarak görürse, Kıbrıs sorununun çözümünün, Kopenhag'ta Türkiye'ye tarih almanın, kendisinin Başbakanlığının ve Ak Parti iktidarının önü açılmış olur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |