|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin önemli bir yol ayrımında olduğu sır değil. Gerek dış dinamiklerin ülke önüne çıkardığı zorunluluklar, gerek tesettür meselesinden Güneydoğu sorununa, ekonomik iflastan hukuk meselesine alabildiğine derinleşen ve ülkeyi krizden krize sürükleyen iç sorunların seyri, bu yol ayrımına açık bir şekilde işaret ediyor. Devletin ve devlet etrafında kümelenen grup ve aktörlerin dışa açılma zorunluluğu ile içe kapanma refleksi arasında gidip gelmesinin, bu gidip gelişin Türk siyasetini ve toplumu kökten etkilemesinin ana nedeni de, bu yol ayrımının Türkiye için taşıdığı "derin anlam"da yatıyor. Bu "derin anlam", bizce, ne sadece Avrupa Birliği üyeliği meselesi etrafındaki millilik, devlet bekası ya da değişme, demokratikleşme gibi tartışmalarından oluşuyor; ne de sadece son beş yılda ülkenin izlediği "otoriterleşme" güzergahının varlığından... Hem bu güzergah hem bu tartışmalar, aslında başka iki gelişmenin sonucu olarak karşımızda... İlk gelişme, Türk sisteminin modernleşme öyküsünün kritik aşamalarından birisini yaşamasıyla ilgilidir. Başka bir deyişle, birbirinden ana çizgilerle ayrılmış olan toplumun çevresi ile (yani İslami kesim, Kürtler, gecekondular, vs) toplumun merkezi arasındaki mesafenin azalması, bu ikisi arasındaki temasların artmasına ilişkindir. İdeolojik bir devlet aygıtının toplumsal merkezi kıskançlıkla koruduğu bir düzende, bu temasın, sentezten çok, yeni paylaşım kavgalarına, devlet ve kamusal alan kontrolu çatışmalarına yol açması; mevcut toplumsal mutabakatları altüst etmesi, toplumsal gruplar arasındaki ilişkileri gerginleştirmesi kaçınılmaz olur. Nitekim Türkiye bugün toplumsal bütünleşme bunalımını ve siyaset krizini alabildiğine yaşıyor. Devlet, bu krizin panzehiri olan değişimci yeni bir demokrasi anlayışını dışladıkça, bütünleşme politikasından çok çatışma politikasına saptıkça, otoriterleşiyor. Otoriterleştikçe değişim, demokrasi, AB gibi meseleler iç politik kavgalarda karşı taraf haline getiriliyor. Peki Türkiye bu "otoriterleşme öyküsü"yle neden bir yol ayrımına girmiş olsun? Zira otoriter sistemlerin ömürleri, devletçilik ve popülizmle iç içe geçerek devlet kaynaklarını dağıtmada oynadıkları rolle belirlenir. Ve Türk siyasal sisteminin, toplumun altındakileri en üste taşıyan, bir kesimden diğer kesime kaynak transferlerini sağlayan, patlamaları engelleyen, tepkileri şekillendiren, ilkeleri dışlayıp fayda üzerine kurulu siyasi kültürü devran mekanizması olan devletçilik ve onun türevi olan popülizm, bugün tarihinin en ciddi, aşılması en zor tıkanıklığını yaşamaktadır. Yol ayrımının arkasında yatan derin anlamı üreten ikinci gelişme de, budur... Bugün otoriterliğin bütün sosyal damarları kesilmekte, tek beslenme kaynağı refleksif bir milliyetçilik haline gelmekte; buna karşılık aynı otoriterleşme, devlet düzeyinde, siyasi karar yapı ve süreçlerinde ciddi krizlere yol açmaktadır. Kılınç'ın açıklamalarının yarattığı tepkilerin ardındaki asıl görünüm de tam olarak bu olmuştur... Orgeneral Kılınç'ın açıklamaları, içeriğiyle bu "şaşkın ve çaresiz otoriterleşme ilacı"nın içinde bulunduğu aciz durumu ne denli ifade ediyorsa; şekil açısından bu açıklamaya verilen tepkiler de "saray"da yaşanan ağır bir bunalımı o denli ifade ediyor... Yol ayrımı işte burada ortaya çıkmaktadır. Ülkenin geldiği nokta onlarca yıllık tarihsel birikim ve gerilimin geldiği büyük kırılma aşamasını ifade etmektedir. Ve gelecek bir depremi durdurmak nasıl mümkün değilse, bu değişimi durdurmak da mümkün olmayacaktır. Nitekim, durdurma girişimleri hiç işe yaramamaktadır. Aylardır sürdürülen "anti-demokrasi kampanyası, küçük bir açıklamayla şeffaflaşmış ve anlamsızlaşmıştır". Nitekim Genelkurmay Başkanlığı'dan çeşitli gazetecilere yapılan ve gazetelerde yer alan dolaylı açıklamada, "Kılınç yaptığı çıkışla Türkiye'nin çaresiz olmadığını söylemek istemiştir, Avrupa'ya mesaj yollamıştır" denmesi, Kılınç'ın askerin resmi görüşünü yansıttığını ortaya koymaktadır. Nitekim Harp Akademisi'nde toplantıya davet edilen isimlere bakıldığı zaman, demokrasiye yönelik son savunma saldırısının mimarları Gündüz Aktan, Erol Manisalı gibi isimlere rastlamak da tesadüf değildir. Belli ki ortada bir politikadan çok, zayıf bir savunma hattı vardır... Evet, demokrasi orada duruyor. Evet, istikamet belli ama, bilin ki yol meşakkatli...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |