T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Türk romanı artık reşit mi?

Feridun Andaç:
'Bize özgü bir romanımız var'

Romanımızın gelişme seyrinin modernleşme düşüncesinin belirgince yer etmeye başladığı dönemlerde ivme kazandığını, bu açıdan bakıldığında 1950'li yılların bir başlama noktası olarak kabul edilebileceğini söyleyen Feridun Andaç, dilde, anlatımda ve konuda bize özgü bir romandan bu süreçte söz edilebileceğini söylüyor. Yazarların, eğitim düzeyinin, edindikleri birikimin yönelimlerini belirlediğini; siyasal/toplumsal/ekonomik gelişmelerin romanımızı/romancımızı sürekli yenileşmeye yönelttiğini belirten Andaç, romanın popülerliğini başka edebi türlere kaptırmasının mümkün olmadığını düşünüyor. "Roman, her dem insanı/bireyi, toplumu, değişimi anlattığı ölçüde hayatımızda sürüp gidecektir." Romanın okuma ve yaşama kültürümüzün önünü açan bir tür olduğuna inanan ve "Roman eğitiminden geçmek" diye bir olguya inandığını belirten Andaç, Türk romancılığının gelişme dönemini altı bölüme ayırıyor: 1-) Kuruluş dönemi- Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu /1900 2-) Gelişme dönemi-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kiralık Konak/1922 3-) Modernleşme Yolunda: Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur/1949 4-)Açılımlar dönemi- Yaşar Kemal, Orta Direk-Yer Demir Gök Bakır-Ölmez Otu üçlemesi/1960-1969 5-) Yenilikçi yönelimler- Oğuz Atay, Tutunamayanlar/1971 6-) Bugünün romanı- Orhan Pamuk, Kara Kitap /1990

Buket Uzuner:
'Türk romanı rüştünü ispatladı'

Buket Uzuner, romanın son 50 yıldır kültürümüze yerleştiğini, son 10 yıldır da romancıların para kazanmaya başlamasıyla bu türün öneminin arttığını söylüyor. Bunda romancıların ya hapishanelerde ya da dışarda açlıktan ölen trajik karakterler yerine saygın insanlar olabilecekleri pratiğinin rolünün büyük olduğunu düşünen Uzuner, romanımızın bugünkü durumunu şöyle özetliyor: "21. yy'la girerken Türkiye'nin en çok okuduğu ve tartıştığı romanlar kesinlikle yerli yazarlarınınkidir. Ve bu da yeni romancıların hevesle yepyeni ürünler hazırlamasına önayak olacak bir ortam yaratmaktadır." Gelişen teknoloji ve yaşam koşulları nedeniyle romanın formatının değişeceğini ama daima yaşayacağını belirten Uzuner, Türk romancılığının rüştünü ispatladığını düşünüyor: "Bugün dünya çapında romanlarımız vardır. Tanpınar'ın Huzur'u, Yaşar Kemal'in İnce Memet'i, Adalet Ağaoğlu'nun Ölmeye Yatmak'ı, Bilge Karasu'nun Gece'si, Leyla Erbil'in Tuhaf Bir Kadın'ı, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı rahatlıkla dünya edebiyatı sınıflamasındadır."

Elif Şafak:
'Romanda son nokta yoktur'

"Türk romanı, Türk ulus-devletinin inşasında önemli bir yapı taşı gibi kullanılmıştır. Bu durumda ilk romancıların çoğu da kendilerini halka neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretmekle mükellef hissediyorlardı. Bugüne geldiğimizde bu misyon duygusunun parçalandığını, büyük ölçüde dağıldığını görüyoruz ki, bence bu olumlu bir şey." diyen Elif Şafak, Türkiye'nin Doğu/Batı arasında sıkışmışlığının, arafta soluklanma çabasının, bir romancı için son derece zengin ve bir o kadar da hüzünlü bir malzeme deposu olduğunu söylüyor. Şafak, Türk romancılığının en olgun yapıtını verip vermemesi hakkında ise şöyle diyor: "Bir romancı olarak, hiçir romanın, Türk edebiyatının en olgunlaşmış yapıtı olarak adlandırılamayacağını düşünüyorum. Hiçbir roman bu şekilde yüceltilmemeli; yazınsal üretkenliğin nihai noktasıymışçasına değerlendirilmemeli. Romanda, edebiyatta son nokta yoktur."

Mustafa Miyasoğlu:
'Şehir kültürü romanla gelişir'

"Roman bize gelmeden önce de edebiyat geleneğimizde ona benzeyen anlatı türleri vardı. Mesnevîlerle Halk Hikayeleri bunların en yaygın örnekleri arasında yer alıyor. Tanzimat yazarları bu türün yerli örnekleriyle yabancı örneklerini kendilerince bir bileşime ulaştırarak hikâye ve romanlar yayınladılar. Aydınlanma Çağı'nda Avrupa'da roman türü nasıl bir fonksiyona sahip olmuşsa, Tanzimat Romanı da benzer bir fonksiyon üstlenmiştir." diyen Mustafa Miyasoğlu, romanın dünyada en son gelişen ve öteki türlerin anlatım biçimlerinden çokça yararlanan bir tür olarak popülerliğini başka türlere kaptırmayacağını düşünüyor. "Özellikle şehir kültürü romanla gelişir." diyen Miyasoğlu, romanın eğitim işlevinin bulunduğu kanısında. Yaşayan hiçbir yazarın, ne kendisinin ve ne de başka yazarların en olgun eseri verdiğine samimi olarak inanmayacağını, inanırsa yeni bir şey yazma ihtiyacı duymayacağını söyleyen Miyasoğlu, Türk ve dünya romanın en olgun eserini vermesini kıyametin kopması olarak nitelendiriyor.: "Kıyametin saatini nasıl bilemiyorsak, en olgun romanın da yazılıp yazılmadığını bilemeyiz. Ancak Fahim Bey ve Biz, Yalnızız, Huzur, Küçük Ağa ve Esir Şehrin İnsanları belli bir olgunluğa eriştiğine inandığım romanlar arasında bulunuyor."

Mario Levi:
'Atılacak daha çok adım var'

Henüz çıraklık döneminde olduğunu düşünen Mario Levi, "Öteki edebiyat türlerini düşündüğümüzde roman rüştünü bir anlamda henüz yeterince ispat edememiş bir tür. Gerçek roman dört vazgeçilmez; dil, tarih, psikoloji ve felsefe öğelerini kendinde mutlaka barındırmalı. Bize bu coğrafyada birçok usta yol gösterdi. Bu yolda gördüklerimi, kendim için hep çok değerli bir miras olarak algıladım. İşte belki de bu yüzden hâlâ bir sesin peşindeyim. Buna eğer isterseniz bir dil de diyebilirsiniz. Çünkü edebiyat, neresinden bakarsanız bakın bir gönül işidir. Türk romanı, çıraklık eğitimimde çok önemli bir etkisi olan ustalarıma duyduğum saygı bir yana, bana sorarsanız, örneğin bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman ve bir Rus romanın çok gerisinde. Ama bana tam da burası heyecan ve umut veriyor. Atmamız gereken çok, ama çok adım var. Buna karşın, sözünü ettiğim ülkelerin romancılarının sanki her geçen gün biraz daha az söyleyecek sözü olacak."

ROMAN OKUYANLAR CEMAATİNE MENSUBUM

"Eskiden bana Türk romancılığı hakkında ne düşündüğüm sorulsaydı, Türk romancılığının ahlakçı ve siyasi mesaj vermekten vazgeçip modern şehir hayatına doğru yönelen bir geçiş döneminde olduğunu söylerdim. Türk romanı son 10 yılda tarihle, tasavvufla, gelenekle kurduğu ilişkiyi yeniden derinleştirme imkanı buldu." diyen Orhan Pamuk, romana, Türk romancılığının penceresinden bakmaktansa dünya perspektifinden bakmayı daha cazip bulduğunu söylüyor. "Dünyada artık bir roman okuyanlar cemaatinden söz edebiliriz. Bunlar küçük bir azınlıktır, dolayısıyla kendi aralarında ülkelerinin sorunlarıyla değil, dünyadaki roman diliyle anlaşırlar. Kendimi yavaş yavaş Türk romanının bir parçası olmaktan çok dünyadaki roman okuyanlar cemaatinin bir parçası olarak görüyorum. Elbette romanlarımın milli bir yanı var ama, bir yanımla da dünyada roman okuyanlar cemaatine seslendiğimi düşünüyorum. Kendi özel noktam ise bu ikisinin kesiştiği yerdir."

 
Kızılırmak, kara koyun ya da...
Adana Devlet Tiyatrosu, hazırlıklarını yaklaşık iki aydır yoğun tempoyla sürdürdüğü "Kızılırmak" müzikalinin prömiyerini dün akşam yaptı.
Refik Erduran kızgın Kültür Bakanlığı üzgün
İlk olarak 1978'de tiyatronun duayenlerinden Muhsin Ertuğrul'un kaleme aldığı ve her yıl bir tiyatro adamının hazırladığı "27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü" bildirisi bu yıl yayınlanmayacak. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) Türkiye Merkezi Başkanı Refik Erduran, her yıl 27 Mart'ta perdeler açılmadan önce okunan bildiriyi, bu yıl ilgili kuruluşları protesto etmek amacıyla hazırlamayacaklarını bildirdi. Bakanlar Kurulu kararında yer almasına rağmen ITI'ya 'Bir lira bile verilmediğini' söyleyen Erduran protestolarına, Kültür ve Maliye bakanlıklarının Türk tiyatrosunu geliştirmekle görevli merkeze karşı yasal yükümlülüklerini yıllardan beri yerine getirmemelerinin yol açtığını ifade etti. Erduran'ın protestosunun üzüntüyle karşılandığının belirtildiği Kültür Bakanlığı açıklamasında ise bakanlığın üstüne düşeni yaptığı belirtildi.
Elmaslar, Tuna boyları...
National Geographic Türkiye dergisi, Mart sayısında yine birbirinden ilginç dünyaların kapılarını açıyor. Araladığı ilk kapı güç, güzellik, servet ve romantizmin simgesi olan elmaslar. Bu değerli taşların insanlığın çektiği acılardaki payını sorgulayan dergi, elmas ticaretinin karanlık yüzünü ortaya koyuyor. National Geographic, bu ay Tuna Nehri'ne de uzanıyor. Kısmen bir masal ülkesi, kısmen doğal yaşam sığınağı, kısmen de kirlilik ve savaşla örselenmiş bir nehir olan Tuna, tam 2900 kilometre boyunca Avrupa'nın kalbinden akarak Karadeniz'e dökülür. Tarih boyunca büyük güçleri cezbeden nehir, tam beş asır Osmanlı hakimiyetinin belindeki altın kemer olmuştur. Kültürü, ekonomisi, tarihi ve sosyal yapısı ile tezatların nehri Tuna ve Tuna boylarında Türk izleri dergi sayfalarında yer alıyor. Dergi sayfalarında ayrıca Kuzey Kutbu'nu boydan boya tek başına geçen bir maceraperestin öyküsü de yer alıyor.
Özgür ve Bilge'de milat öyküsü
Yayın dünyasına geçen ay atılan Özgür ve Bilge dergisi, ikinci sayısında da okuyucularının karşısına yüklü bir dosyayla çıkıyor. Ölümden dönenlerin anlattıklarından yola çıkılırak ruhun varlığını kanıtlandığını anlatan dosya haber, Tuba Şimşek'in kargaların sanıldığının aksine zeki hayvanlar olduğunu ele alan haberi, Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın elektromanyatik kirliliğin beyin sağlığımıza etkisini konu ettiği haberi ve Ümit Şimşek'in Müziğin Sırrı adlı haberi okuyucuların ilgisini çekecek bölümler arasında yer alıyor. Şimşek, haberinde müziği nasıl algıladığımız ve müzikten niçin hoşlandığımız hususunda aydınlatıcı bilgiler sunuyor. N. Kağan Çetin Sadelik Halkaları adlı haberinde, yoğun yaşamın temposundan, stresten, trafikten ve gürültüden bunalan insanların ortaklaşa oluşturdukları grupları konu ediyor. Dr. Veli Sırım Hindistan'da sömürge tarihinin inşası sırasında milli tarihin nasıl katledildiğini anlatıyor. Necmettin Türinay, Ali Ulvi Kurucu'yu yad ederken, İskender Pala'nın divan şiirimize yaptığı katkıların incelendiği haber okuyucuların ilgisine layık cinsten. (Tel: 0212-551 32 25)
13 Mart 2002
Çarşamba
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED