T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sadece 'komik' değil, yanlış da...

Dün hemen hiçbir gazetenin atlamadığı haber, Nazlı Ilıcak'ın Konya'da MÜSİAD'ın toplantısındaki konuşmada milletvekili yemini üzerine yaptığı açıklamaydı. Ilıcak, önce, yeminde adı geçen Atatürk ilkelerinin altı okla sınırlandırılması durumunda, "son seçimlerde Atatürk ilkelerinin sınıfta kalmış" olacağını, oysa bu ilkeler sınıfta kalamayacağına göre Atatürk'ün kastettiği şeyin "Muasır medeniyet" olarak anlaşılması gerektiğini belirtmiş. Sonra da sözü Atatürk inkılaplarına getirerek, bunlar arasında saydığı "türbe ve zaviyelerin kapatılması" ve "şapka devrimi"nin pratikte geçerliliğini kaybettiğinden hareketle "Milletvekilleri bunun üzerine yemin ettiğinde, şapkaya yemin etmiş oluyor. Bu komik. Bunun laiklik karşıtlığıyla ilgisi yok. İnsanların inandığı bir şey üzerine yemin etmesi daha uygun olur" diye devam etmiş.

Vay sen misin milletvekili yemininde yer alan ve dolayısıyla milletvekillerinin "bağlı kalacakları"na namus ve şerefleri üzerine andiçtikleri Atatürk ilke ve inkılaplarına "dil uzatan"! "Dil uzatan" ifadesini ben uydurmuyorum; açın bakın Hürriyet'i, Milliyet'i ya da Sabah'ı, aynen böyle diyorlar... Bu gazetelerde karşımıza çıkan bir diğer ortak ifade de "Ilıcak'tan inciler" şeklinde... Büyük gazetelerin aralarında bu derece başarılı bir "dil birliği"ne ulaşmış olmaları gerçekten şaşırtıcı! Yoksa bunlar aralarında bir "millet" mi oluşturdular?

Ilıcak, söz konusu ilke ve inkılaplar üzerine yemin edilmesini "komik" bulmuş. Ben olsam, "Aynı zamanda çok da yanlış" diye devam ederdim... "Komik", çünkü 2002 yılında milletvekillerine ne kadar değerli olursa olsun bir kahramanının adını taşıyan "ilke ve inkılaplar" üzerine yemin ettiren bir ülkenin durumu medeni milletlerin gözünde hiç de ciddi bir manzara değil... "Çok yanlış", çünkü 12 Eylül rejiminin ülkeye armağanı olan milletvekili yemininin bu bölümünün, "hukuk devleti" olduğu özellikle belirtilmiş olan bir devletin anayasasında yer alması olacak şey değil...

İsterseniz yazıyı, meseleye biraz daha geniş bir açıdan bakarak sürdürelim.

Herşeyden önce, Türkiye'de çok, haddinden fazla "yemin" edildiğini söyleyebiliriz sanıyorum. "Yeminsiz" bir günümüzün geçmediğini bile söyleyebiliriz. Hemen herkes, hemen her yerde, söylediklerine inanılması için yemin etmekte. Çocuk annesine, manav müşterisine, çırak ustasına, kadın kocasına... sürekli yemin etmekle meşgul. "Bir daha yapmayacağına", "Portakalı 700 bin liraya aldığına", "Beş numara anahtarı görmediğine", "Öğleden sonra çarşıya gitmediğine" vesaire... Dikkat edilirse, karşısında yemin edilenler öyle ya da böyle her zaman birer "otorite"dirler. Düşünün, annenin çocuğu, "usta"nın çırakları, müşterinin manavın, kocanın karısının karşısında yemin ettiğine pek rastlıyor muyuz? Tabii şu da var: Eğer "yemin etmek" ifadesinden hoşlanmıyorsanız, bu ifadenin yerine (aynen "sigara içmek" fiilinde olduğu gibi) "andiçmek" fiilini de kullanabilirsiniz!

Epeyce zaman oluyor; "yemin"in izini bir ansiklopedi aracılığıyla sürdüğümde, sadece cumhuriyet döneminde değil, "Eski Rejim" döneminde de yemini dilinden düşürmeyen bir toplum olduğumuzu öğrendim. "Yemini mürsel" ya da "yemini lağv" gibi pekçok yemin çeşitinin olduğuna şahit olmuştum. Ansiklopedinin "yemini mürsel" için verdiği örnek de ilginçti: "Vallahi sigarayı bırakacağım!" gibi zaman belirtilmeden edilen yemin. Söyleyin, cumhuriyet döneminin bu yemin türünü ortadan kaldırdığını hangimiz iddia edebilir! Demek ki, "Yemin ettim" türü şarkıların çok tutulmasından da anlaşıldığı gibi, haddinden fazla yemin eden bir toplumuz...

Gelelim "Siyasal hayatımız ve yemin" meselesine; şimdiye kadarki örneklerde ortaya çıkan "yemin", özel hayatımız ya da özel ilişkilerimizle ilgiliydi. "Yeminsiz bir özel hayat" herhalde çok daha iyidir ama bu şimdi bizim konumuz değil. Ama bir de, milletvekili yemininde olduğu gibi, siyasal hayatımızla ilgili yeminler var. Aslında, "yemin"in siyasal hayata karışması da olacak bir iş değil. Çünkü, siyasal hayatın kurucusu, arkasında aşkın bir moral olan "yemin" değil, "sözleşme"dir. Siyasal ilişkilerin başına "yemin"i koymak, onu moralize etmek değil midir?

Bu çerçevede, Kanun-i esasi'den 82 tarihlisine kadar bütün anayasalarımızı gözden geçirdiğimizde, siyasal hayatımızın yeminlerinin de çok çeşitli olduğunu görüyoruz. Haklarında ve üzerlerine yemin edilenler çok çeşitli. Bu çeşitlilik sadece anayasalarımızla sınırlı da değil; "yemin metni" açısından anayasa taslakları da çok zengin. Anayasalarımızı "yemin metni" açısından gözden geçirdiğimde benim dikkatimi çeken bazı farklılıklar şunlar: Herşeyden önce, "Türk" sözcüğünün yemin metninde yer alması çok yeni bir hadise; "Türk milleti" ifadesi sadece 82 Anayasası'nda (ve de benim görebildiğim kadarıyla Milli Birlik Komitesi tarafından getirilen kanun) yer alıyor. 1924 ve 1961 Anayasaları "Türk milleti" yerine "millet" demekle yetinmiş. "Yemin metinleri" neyin üzerine yemin edildiği açısından da farklı demiştim. Nitekim, elimizdeki 7 metin karşılaştırıldığında, hepsinde geçen tek sözcük "namus"tur. Bu sözcüğü "şeref" sözcüğü (4 defa) ve "mukaddesat" (3 defa) izlemektedir. İşin ilginç yanı (bilmem sizin için ilginç mi?) 82 Anayasası'nda "mukaddesat" sözcüğüne yer verilmemiş!

Bir farklılık da, 82 Anayasası hariç olmak üzere bütün anayasalarda milletin ya da halkın "mutluluğu için" çalışılacağından söz edilmesi. (Bu da ilginç değil mi? Bu ifade niçin sadece 82 Anayasası'nda yok!)

Ve gelelim bugün bizi özellikle ilgilendiren bir farka: Milletvekili yemininde Ilıcak'ın sözünü ettiği bölüm (yani "Atatürk ilke ve inkılapları" faslı) da, bu kez sadece 82 Anayasası'nda yer alan bir bölüm. Düşünün, 61 Anayasası'nı kaleme alanların bile aklına gelmemiş! 61 Anayasası, 82 Anayasası'nın yemin metninde yer alan "...demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma..." şeklindeki ifade yerine "...demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma.." diyor. Kötü mü, çok daha akılcı ve çağdaş değil mi?

Ilıcak'ın yemin metnine ilişkin olarak sarfettiği "İnsanların kendi inandıkları bir şey üzerine yemin etmesi daha uygun olur" şeklindeki sözler de çok yerinde. Tabii ki öyle olmalı; bana göre "yemin"i siyasal hayatın dışına atmak çok daha doğruysa da, eğer illâki yemin edilecekse, tabii ki her insan kutsalı üzerine yemin etmelidir. Zaten, Almanya ve hatta Yunanistan gibi anayasaları "yeminli" ülkelerde Ilıcak'ın teklifi bir anayasa hükmü haline çoktan gelmiştir bile.

Ve son olarak benim teklifim: Siyasal hayatın "yemin"le bir ilgisi olmadığından, milletvekillerinin "andiçme"sini düzenleyen 81. maddenin anayasadan hepten çıkarılması yerinde olur. Yok eğer çıkarılamıyorsa, mevcutlar içinde en veciz yemin olan 1924 Anayasası'nın yeminine dönülmelidir.

Bakın, büyük gazetelerin "dil uzattı" şeklindeki bir suçlaması bizi nerelere getirdi!


13 Mart 2002
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED