|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün de Konya'yı anlatmaya devam edeceğim. Çünkü Mevlâna'nın ülkesi, öyle bir kalemde geçilecek gibi değil. Devlet, belki de "irtica"(!) ürettiğine kızarak, biraz sırtını çevirmiş bu vilâyetimize. Onlar da kendi aralarında örgütlenmiş. Sivil inisiyatif, bir yandan hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek amacını güderken, bir yandan da Konyalılar'ı dayanışma ve paylaşma hedefine yönlendiriyor.
Ayakları üzerinde duruyor
Konya'da gecekondu yok; Konya'da aç açıkta, fukara denilecek insan yok. Hem zekât mekanizması doğru işliyor, hem de, çok sayıda vakıf farklı dallarda faaliyet gösteriyor. Sözgelimi Şefkatder, kimsesiz kadınları himaye ediyor; Sadav, savaş halindeki halklara veyahut tabiî afet bölgelerine gıda, giyim, nakit para yardımında bulunuyor; Evlendirme Vakfı, adı üstünde, evlenmek isteyen çiftlerin ihtiyacını karşılıyor; Mezarlıklar Vakfı, mezarlıkların düzenlenmesi ve bakımı ile ilgili; İçme Suları Vakfı Konya'da bol olan içme sularını vatandaşın kullanımına açmak için belediye ile işbirliği halinde, çeşmelerin yapımını sağlıyor. Bu şekilde, halkın, hiçbir ücret ödemeden yararlanabileceği 560 çeşme mevcut. Hepsinin de suyu içiliyor. Kısacası Konya'da sosyal doku kuvvetli. Herkes devletten bir şey beklemeden, başının çaresine bakmayı öğrenmiş. Meselâ, çok sayıda konut kooperatifi var; bu yüzden göç almasına rağmen sağlıklı bir yapılaşma göze çarpıyor. Konya, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş. Örgütlü toplum olmadan demokrasi iyi işlemez kanaatinden yola çıkanlar, paralarını, emeklerini, hedeflerini birleştirerek, daha güzele, daha iyiye adım atmışlar. Konya, ağırlıklı olarak muhafazakâr partilere yöneliyor. Özellikle de Erbakan'ın kalesi gibi değerlendiriliyor. Hem AK Parti'yi, hem de Saadet Partisi'ni ziyaret ettim.
Saadet Partisi ve yeşil
Saadet Partisi İl Başkanı Tahir Akyürek, "Arkadaşlarımız, büyük bir azimle çalışıyor. Çünkü rekabet kızıştı" dedi. Partiye gittiğimde, Akyürek, Gençlik Teşkilâtı'ndan 250 kişiyi yolcu etmişti. O 250 genç, 3 bin ağaç dikecekti. Konya'da yeşil seferberliği bütün hızıyla devam ediyor. Önümüzdeki günlerde, aslen Konyalı olan Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, 60-70 Yargıtay hâkim ve savcısı ile, tamamen kendi imkânlarıyla, Takkeli dağına ağaç dikmeye gidecek.
Takkeli dağı, bir zamanlar ormanla kaplıymış. Şimdi ise bütün bitki örtüsünü kaybetmiş. İslâm öncesinde ve sonrasında Otis adını taşıyan ormandan bir dal bile kesilmesi uğursuzluk addedilirmiş. Selçuklu sultanları, yaz aylarında, ağaçların tepesinden şehrin kuşbakışı seyredildiği zirvedeki sarayda otururlarmış. Şimdi o mekânda bir kale kalıntısı ve içinde su birikintisi olan bir volkan çukuru var. O suyun uyuz hastalığına iyi geldiği rivayet ediliyor. Yeşillendirme kampanyasının, Refahlı Belediye Başkanı Halil Ürün ile başladığını söylüyorlar ki, ağaçların genç yaşta olması da bu sözleri doğruluyor. Selçuklu Belediye Başkanı da, ağaçlandırma faaliyetinde son derece aktif olarak çalışıyor.
Saadet Partisi İl Başkanı Tahir Akyürek üç merkez ilçe hariç, 817 köy ve beldenin tümünü bir günde tarayabileceklerini söylüyor. 4'er kişiden 160 grup kurmuşlar; ilgili ilçeden de 4 kişi katılıyor. Ve diğer ilave elemanlarla bini aşkın insan, bir günde 817 yerleşim birimini aynı anda tarıyor.
İkram
AK Parti İl Başkanı Hasan Angı, Konya'nın eski Sanayi Odası Başkanı. Aktif politikaya ilk defa giriyor. Kendisi, AK Parti İl Başkanları toplantısı için Ankara'da bulunuyordu. Başkan yardımcısı Mustafa Çevik ve diğer yetkililer bana Köşk Sofrası'nda bir akşam yemeği ikram ettiler. Tahir Akyürek ise, Mevlâna Türbesi'nin yanı başında bulunan Mevlâna Sofrası'nda beni ağırladı.
Sofra, yani lokanta. İsterseniz, eski usûl alçak ve yuvarlak bir masanın çevresinde, sedirlere oturuyorsunuz. İsterseniz, sıradan masa ve sandalyelere. Ama yemeklerin hiçbiri sıradan değil. Konya'da gıda, pide, tereyağ ve et üzerine kurulu. Kolestrolü olanların uzak durması gereken bu beslenme şekli, gurmeler için şiddetle tavsiye edilir: Ekmek salması (Ekmek ve et birlikte tereyağ içinde pişiyor) tirit (Pide, yoğurt, parçalı et veyahut köfte, üzerine tereyağ ve baharat) bamya çorbası (kuru bamyadan yapılıyor) fırın kebabı (kuzu, pide üzerinde, tatlı beyaz soğanla servis ediliyor) etli ekmek (lahmacunun daha etlisi) tatlı olarak kaymak ve irmikten yapılan höşmerim veyahut baklavanın bir türlüsü, saçarası... Bunlar Konya'nın özel yemekleri. Bir de şebit adını taşıyan, yemekte ekmek gibi kullanabileceğiniz, kat kat sarılmış bir cins ince yufka var. Konya, birikimini sadece yemeklere yansıtmıyor; hoşgörü ve tevazu kültürü, sosyal yaşantının en önemli unsuru olan düğünlerde de göze çarpıyor.
Düğünün felsefesi
-Yarın sabah düğüne gidelim.
Meğer Konya'nın düğünü çok farklıymış diğerlerinden. Sabah 8'den 12'- ye kadar devam ediyor. Ama tek özellik bu değil. Zengin de, fakir de, düğününde hep aynı yemeği ikram ediyor: Başlangıçta yoğurt çorbası, arkadan etli pilav, sonra irmik helvası, ardından bamya, sonra yeniden etli pilav, zerde, kayısı ve erik hoşafı. Düğünler en az bin kişi... 15 bin 20 bin kişiye kadar çıkıyor. Kimse kapıdan çevrilmiyor. Gelen giriyor, hüsnü kabul görüyor. Yuvarlak masalar etrafında tabureler. Zengin-fakir, ünlü-ünsüz, yaşlı-genç, öylesine diziliyor masaların çevresine tek bir tencereden yemek yiyorlar. Tevazu, hoşgörü ve eşitlik var bu düğünlerde. Hem de her pazar, binlerce kişinin karnı doyuyor. Hemen hemen bütün pazar günleri, birkaç tane düğün var. Özellikle dış mekânlar açıldığı için bahar aylarından itibaren düğün sayısı artıyor.
Mevlâna
Konya deyip de Mevlâna'dan söz etmemak olur mu?
Mevlâna'nın türbesini ziyaret ettim. İçim aydınlandı. Mevlâna'nın, babasının ve onu takib edenlerin önde gelenlerinin mezarı aynı yerde. Ayağınızı çıkarıp giriyorsunuz türbeye. (Bu arada, Atatürk inkılapları, türbelerin de kapatılmasını öngördüğü için, Kemalist bir yapıdaysanız suçluluk duygusuna kapılabilirsiniz!!!) Türbenin bir bölümü de müze. Orada, Bektaşilik ve adetleri hakkında bilgi edinmek mümkün.
Çeşitli objeler cemakânların içine konulmuş; malûmat veriliyor. *1001 günlük çile süresinde, Mevlevi adayları, 18 çeşit hizmet görüyordu. Bu hizmetlerden ikincisi pazarcılıktı. Mevlevi adayı, pazara giderken, kemerine pazarcı maşası denilen uzun bir ince boruyu takıyor; esnaf bu kişinin Mevlevi olduğunu anlıyor; onu oyalamıyor; gıdayı ucuza satıyordu. *Keşkül-ü fukara: Mevlevi adayları, dilenmeye giderken, Hindistan cevizi kabuğundan yapılan keşkül denilen çanağı zincirle kollarına asıyorlardı. Çanak Hindistan cevizi kabuğundan yapılmıştı; Osmanlı'da Narut-i Bahri, İngilizce'de "Sea Coconut", Fransızca'da "Coca de Mer" adını taşıyordu. Keşküller, maddi ve sanat değeri yüksek malzemeden, bu arada altın ve gümüşten de imal edilebiliyordu. Orada verilmek istenen mesaj şu idi: "Bu kişi, ihtiyaçtan dilenmiyor. Gururu, kibiri kırılsın diye dileniyor" *Mütekkâ: 1001 günlük çile içinde, 40 gün süreyle, derviş adayı, az uyuyacak, az yiyecekti. Çenesinin altına dayadığı baston ile, oturarak uyukluyordu. Mütekkâ bastona verilen ad idi. * Nefir: Derviş bir yerden bir yere giderken üflüyor ve geldiğini haber veriyordu. *Teber de yırtıcı hayvanlara karşı kullanılıyordu. İnce saplı, narin, son derece keskin ufak bir baltaydı.
Cehaletin feryadı
Malûm, Atatürk inkılaplarından biri de, türbelerin kapatılması. MÜSİAD konuşmasında lâf o noktaya gelince, Mevlâna türbesini ziyaretimi hatırlatarak, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmenin çağdışı olduğunu söyledim. Ah eğitimde bu tek tip adam yetiştiren yeknesaklık yok mu? Tabulara dokununca, farklı bir şey söylenince, cehalet feryat ediyor. Skolastik zihniyet, tartışma ve muhakemeden korkuyor. (Yarın bu konuya temas edeceğim.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |