|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Museviler'in ikibin yıl sonra Filistin topraklarında yeniden devlet olmaları, kalblerini katılaştırmakla kalmadı, gözlerini kör ve kulaklarını da sağır etti. Bağımsız bir devlet olmanın verdiği sarhoşlukla İsrail, kendi sınırları içinde yaşayan Araplar'a karşı izlediği sindirme politikası, gerçek bir "devlet terörü"ne dönüştü. Kendilerine hiçbir çıkış kapısı bırakılmayan Filistinliler'in intihar saldırılarını bahane ederek, İsrail Arap yerleşim bölgelerinde akılalmaz cinayetler işliyor. Soykırımda Sharon Hitler'i aratmıyor. Bugüne kadar kendilerine yapılan haksızlıkları abartarak, Batı kamuoyunu arkasına alan İsrail, Filistin'de Naziler'e "rahmet" okutan soykırım stratejisi izliyor. Harvard Üniversitesi'nde "Musevilik'te Mesihlik" konusunda doktora çalışması yapan Cengiz Şişman, uzun bir süre kaldığı İsrail izlenimlerini anlatırken "kim Kudüs'ü azizleştirip, tek başına sahip olmaya kalkarsa, tarihin ağır mirası altında ezilmekten kurtulamıyor" demişti. Filistinliler gibi, İsrailliler de tarihin ağır yükünü taşımaya hazır olmadıkları için kutlu toprakları yaşayamaz hale getirdiler. İsrailliler çocuk, yaşlı ve kadın demeden öldürmeye, Filistinliler de ölmeye doymuyor. Peygamberler şehri Kudüs'te şiddet şiddete davetiye çıkarıyor. Artık CNN ve BBC'de bölgedeki çatışma haberlerini izlemiyorum. Osmanlı Kudüs'ün sahiplerinin peygamberler olduğunu bildiği için, ona sahiplik değil, koruyuculuk yapmıştır. Bu yüzden de, Osmanlılar 1517'de gittikleri Kudüs'ten 1917'de çekilmişler. Osmanlılar her zaman kendilerini, Yavuz'un Mısır'da söylediği gibi "Peygamber beldelerinin sahipleri değil, emanetçileri olarak görmüşler." İsrailliler ikibin yıl sonra yeniden Kudüs'te söz sahibi olmanın verdiği sarhoşluğun getirdiği akıl tutulmasıyla, Kudüs'ü hem kendileri, hem de başkaları için kan gölüne çevirdiler. Osmanlı'nın çekilmesinden bu yana Filistin'de dökülen kanların oluşturduğu gölde, yalnızca İsrailliler değil, Filistinliler de boğuluyor ve boğulmaya da devam edecek gibi görünüyorlar. İsrailliler 1967 savaşında işgal ettikleri Kudüs'ü "bölünmez" başkentleri olarak ilan etmişlerdi. Son Birleşmiş Milletler açıklamasıyla "unutulan topraklar"da yalnızca İsrail değil, Filistin devletinin de olduğu açıkca bütün dünyaya ilan edildi. İlk defa Arafat'ın Filistin Devleti'nin başkanı olduğu dile getirildi. Kudüs kendisini İsrail'in "bölünmez başkent"i sanan Yahudiler'i sanki çarptı. Yahudiler'in ikibin yıllık rüyası gerçekleşti derken, bir kâbusa dönüştü. Sharon'un dehşet verici cinayetleri, bırakın Kudüs'ün başkentliliğini, İsrail'in bölgedeki varlığını bile tehlikeye düşürdü. İsrail'in kan gölünün ortasında güvende olması mümkün değildir. Kudüs Museviler'in, Hristiyanlar'ın ve Müslümanlar'ın değil, 'İbrahim Milleti'nin başkentidir. Kim onu tek başına sahip olmaya kalkarsa, "Mukaddes Beyt"in mirası altında ezilmekten kurtulamaz. Çünkü Kudüs 'İbrahim Milleti'nin ortak mirasıdır. Onun üzerinde hak iddia edenler Kıyamet'e kadar var olacaktır. Amerika İsrail'in cinayetlerine destek olmayı bırakmalı, dökülen kanlar Washington'a da sıçrayabilir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |