|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yanıbaşımızda, bizden birileri yaşama hakları, hürriyetleri ve huzurlarını elde edebilmek için canlarını kaybetme pahasına bir savaş veriyorlar. Biz ise, kah üzülüyor; kah ağlıyor fakat, bir süre sonra tüm bu acı fotoğrafların hafızamızdan silinmesiyle, tekrar normal hayatımıza dönüyoruz. İçimizde ne bir acı ve ne de bir burukluk hissi, uzun süre kalamıyor; canhıraş feryatlar, bizi bile gerektiği biçimde etkilemiyor.. Tarihte az rastlanan cinsten bir savaş bu. İnsan olduklarını dünyaya haykırmak, hayat haklarının kabulünü onaylatmak ve en az başkaları kadar insan olduklarını ifade etmek için yapılan bir mücadele bu. Fakat, gözü dönmüş İsrail idealleri; ne olursa olsun, "kendilerine vadedilmiş kabul ettikleri" toprak parçasını "ele geçirme psikozu" ile saldırganlığını sürdürmekte. Ya dünya! Dünyanın büyük devletleri, hak ve hürriyetleri, inançları ve topraklarından başka birşeyleri olmayan Filistinliler'e nasıl bakıyor? Medeniyet ve teknolojinin bu gururlu toplumları, hangi his ve mantık ile Filistin'deki bu vahşeti ve kan dökücülüğü "içine sindirebiliyor"? Gerçekten, hâlâ saldırgan ve toprak avcısı Şaron ve bağlılarının Filistin'i işgal çabaları ile Filistin'de hürriyet ve huzur isteyen bir toplumun mücadelesini aynı mantık içerisinde kabul ederek, "taraflara çatışmayı durdurun" diyecek kadar duygusuz ve anlayışsız olabiliyor? Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Filistin'de de inanç, duygu ve hürriyetleri istismar eden "işbirlikçi bir Arafat" var. İşgalciler ve İsrail'i bölgede bir jandarma haline getirerek, muhtemel direnişleri asıl amacından saptıran "siyasi paratönerlik" görevi yapan Arafat, şimdiye kadar Filistin halkının içten çözülmesini ve gerçek hürriyetini elde etmesini maalesef önledi. Ama, her politik hareket gibi, bu ince siyasetin toplum tarafından anlaşılması zaman aldı. Filistin'de bugün gerçekten "toptan bir savaş" var. Ama bu savaşın imkanları, birbirinden büyük ölçüde farklı. Bir tarafta, askeri ve dini devlet mantığı ile hareket ederek; kendi insan kitlesini "zafer sarhoşluğu" ile arkasına alan "militan bir devlet". Diğer tarafta ise, halkını çeşitli politik oyunlar ile bölmeye çalışan sun'i bir devlete rağmen direnen ve yarım asırdır sürdürülen "diri bir mücadele" var. Ama görünen o ki, "Arafat vari" politikaların artık tutunabilme imkanı son derece zor. Ve herşeyden öteye, artık "kendine güvenerek mücadele" eden bir halkın, topyekün savaşı başlamış durumda. Belki çok kan kaybedilecek ama, halkın toplu direnişinin kırılabilmesi son derece zor ve belki de imkansız olacak. Bütün bu olaylar karşısında, İslam dünyası ve Batı dünyası iki farklı sıkıntı ve çelişkiyi yaşamaya devam edecek. İslam dünyasında, Müslümanlar, kendi kardeş ve dostlarına reva görülen "zulmü hazmetme" rahatsızlığını çok farklı biçimde yaşayarak, kişişel ve toplumsal yeterlilik zaafını belki de uzun zaman üzerinden atamıyacaktır. Batı dünyası ise, "medeni olmak" ve "hürriyetçi geçinmek" gibi iki önemli kavramı, ne kendi toplumlarına ne de dünyadaki diğer toplumlara artık kabul ettiremiyecek ve bir "insanlık lekesini" sürekli taşımaya devam edecektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |