T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ötekileştirilmiş tarih algısı

Bu sütunları takip edenler bilir, bir süredir Türkiye'nin Ortadoğuya bakışını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini, bu gerekliliğin, ertelenme imkanın gittikçe tükendiğini söyleyip duruyoruz. Çünkü, Türkiye herhangi bir bölge ülkesi olmadığı gibi, olur olmaz yerde tekrarlandığı üzere köprü ülkesi de değildir. Evet tarihimiz Ortadoğu (bu tanımlama bile kolonyalizm dönemini çağrıştırıyor) tarihi olduğu kadar bir Avrupa tarihidir de. Ama 19. Yüzyıl Avrupalısı için Ortadoğu'nun sınırı bugünkü Bosna-Hırvatistan sınırından başladığı da bir başka gerçek. Avrupa ilişkilerinde sorunlar temelde bu bakış açısından kaynaklandığı gibi Türkiye'nin bu bakış açısını doğru algılayamamasının; daha doğrusu kültürel ve stratejik hinterlandına 19 yüzyıl Avrupalısının "ötekileştirici" gözüyle bakıyor olmasının da payı büyük.

Bu bakış açısının sadece diplomat ya da siyasilerle sınırlı olmadığını da not düşmek gerekir; çünkü bu bakış dünyayı algılayış biçimidir. Hem batılılaşmış Arap ve Türk entelijansiyasının birbirine karşı ötekileştiren bakış ve buna bağlı geliştirilen siyasi tavrın ve bloklaşmaların artık yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Osmanlının tasfiyesini gerçekleştiren I. Dünya savaşı sonrası geliştirilen sömürgeci kavramsal çerçevenin hiç yenilenmeden, sorgulanmadan hala geçerli olduğunu düşünmek, bölgeyi bu çerçevede algılamaya devam ediyor olmak sadece entelektüel tembellik ya da yetersizlikle açıklanabilir mi? Osmanlı sonrası Dünya sisteminin bile bir kaç kez yenilendiği göz önüne alınacak olursa, Türk ve Arap entelijansiyasının ideolojileri, dünya görüşleri ne olursa olsun sosyolojik gerçekleri kadar ontolojik gerekçeleri açısından sıkıştırıldıkları bu kavramsal çerçeveyi aşmalarını zorunlu kılıyor.

Birkaç gün önce "Analiz-Türk Grubu"nun İstanbul'da Arap ülkelerin büyükelçileri ile Türk entelijansiyasını bir araya getirme girişimi sınırlı ölçekte de olsa önemli imkanların ipuçlarını verdi. Türkiye'den diplomat, akademisyen, gazetecilerden oluşan aydınlardan oluşan grup büyük elçilere soru sorma imkanı buldular.

Toplantıda IRCICA başkanı Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun tesbiti, tüm karşılıklı ötekileştirme sürecine karşın kalıcı unsurun derinlerde yatan ben idrakinin yansımasına işaret ediyor. Osmanlı mirası Balkanlarda ve Ortadoğuda farklı izler bıraktı. Arap ülkeleri Filistin sorununda Türkiye'den, Türkiye Kıbrıs konusunda Arap ülkelerinden diğer ülkelere göre daha fazla destek beklemiştir.

Görünüşte, ulus devlet inşasında farklı ideolojik ve siyasal deneyimlerin etkili olduğu bu iki farklı/laştırılmış dünya, aslında temel sorunlarda tarihi ve kültürel kimliğin kalıcılı, belirleyici boyutuna sığınıyorlar.

Toplantı sırasında aktüel konular kadar ilişkileri belirleyen temel konulara yönelik sorular da yöneltildi. Gerek sorulan bir kısım sorular gerekse alınan cevaplar henüz gerçekci bir zemine oturmadığını, tarafların birbirine karşı dondurulmuş algı düzeyinde olduklarını gösteriyordu. Geçici sorunlar, diplomatik ve siyasi krizler yaşansa bile sergilenen tablo sanki tarafların arkeolojik kazı yapar gibi zihinsel kazıya girişmeleri sanırım örneği az bulunur bir ilişki biçimini ortaya çıkarıyordu.

Büyükelçilere yöneltilen, aramızdaki ortak paydanın ne olduğuna yönelik soru kadar verilen cevap da Foucault'nun "bilginin arkeolojisi"ne nazire yapar gibi adeta zihin/ler/in arkeolojisini ortaya çıkarıyordu. Büyükelçilerden birinin, kendilerinin de seculer bir yönetime sahip olduklarını söylerken ortak paydayı nerede aradığını göstermeye yetiyordu. Bir başkasının Nasreddin Hoca tiplemesinin kendi toplumlarında da var olduğunu söylerken, gerçekten kültürel anlamda bir arkeolojik kazı alanında olduğumu düşünmeden edemedim.

Böylesi bir toplantıya her iki tarafın da gerçekten istekle katılmış olması olumlu bir işaret. Genelde gerçek konulara girilmese, "mış gibi" bir havanın hakim olsa da konuşabiliyor olmanın bile anlamlı sayıldığı bir süreci yaşıyoruz.

Ancak zihin yapısı ve bilgi düzeyinde tarafların hazırlıksızlığı sağlıklı bir diyalog ortamı için hala çok erken olduğunu gösteriyor.

Mesela toplantı öncesi ayaküstü konuştuğumuz Suriye büyükelçisine yöneltilen ateşkes olsa bile saldırılar kontrol altına alınabilir mi sorusuna verdiği cevap gibi gerçek gündeme girilmedi: işgal sürdüğü müddetçe çatışmalar durmaz. Çünkü bizzat işgal çatışmanın nedenidir. Toplantıyı yöneten İlter Türkmen'in diplomatik deneyimi bu tür konulara girmeyi engelleyecek kadar derindi.

Filistin büyükelçisinin son söz olarak sorduğu, ortaya koyduğu soru muhatabını bulamamış gibiydi. Ya siz Araplar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ortadoğunun resmi görüntüsüne bakarak; sanki, bir araya hiç gelmemiş, gelmesi mümkün olmayan dünyanın iki zıt kutbunun mensupları olarak (aradaki) buzların erimesinden korkulduğu kanaatine varılabilir.


28 Mart 2002
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED