T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ya değiştirecek, ya değişeceksiniz

Başörtüsü olayını çözmek hem çok kolay, hem çok zor. Çok kolay. Şöyle ki: Mesela, "Başörtüsünü yasaklayan herhangi bir kanun maddesi yok. İnsanların Anayasa ile belirlenen eğitim hakkını ve inanç özgürlüğünü hiçbir biçimde kısıtlayamazsınız" diyerek yola çıkıp, uygulanan yasağı anlamsız hale getirip, yasak uygulayanları da Anayasa'yı ihlalden cezalandırabilirsiniz.

Çok zor. Nasıl? Şimdi olduğu gibi Anasayasa Mahkemesi'nin "kıyafet serbestisi"ni öngören kanunu iptal gerekçesinden yola çıkıp, "bu konuda artık kanun çıkarılsa bile başörtüsüne serbestlik kazandırılamaz, çünkü o kanunu da Anayasa Mahkemesi iptal eder, tek şart Anayasa'nın değişitirilmesidir, hatta o bile kafi gelmez, çünkü konu Anayasa'nın değiştirilemez maddelerinden olan laikliği ilgilendirmektedir" der ve yasağı sürdürürsünüz. Ondan sonra devlet adına insanları coplamaya, kız çocuklarının eğitim hakkını elinden almaya, inanç özgürlüğü alanında sıkıyönetime, elhasıl toplumsal kaosa devam.

Türkiye kolay olanın uygulandığı zamanları biliyor. Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü ile ilgili kararı 1989 tarihlidir. Ama 1997, 28 Şubat'ına kadar başörtülü öğrenciler tüm üniversite ve İmam Hatip Liseleri'ne, başörtülü kamu görevlileri de işlerine devam etmişlerdir. Nasıl olmuştur bu? Bu uygulamayı yapan siyasetçiler, kamu görevlileri, üniversite yöneticileri suç mu işlemişlerdir? Öyle bir şey de yok, çünkü ne başörtülü öğrenciyi okuluna aldığı için, ne de bir başörtülüyü çalıştırdığı için bir kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmıştır.

28 Şubat'tan bugüne de Türkiye zor zamanlarını yaşıyor. Başörtülü okumak suç oldu, başörtülü öğrenciye okuma imkanı sağlamak suç oldu, başörtülü çalışmak suç oldu ve başörtülüyü çalıştırmak suç oldu. Başörtüsü sorununu çözmek için yola çıkanların önüne de kapı gibi Anayasa Mahkemesi kararı çıkarılıyor.

Nasıl oldu bu?

"Burası Türkiye hemşerim" sözünün sonucu oldu.

Adalet Bakanı Türkiye'yi "zorlama ile bazı ceza kanunu maddelerinin bazı maddeler yerine kullanıldığı bir ülke" olarak niteledi ve daha birkaç gün önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nı "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu görevleri (siyasi partilerin sicilinin tutulmasını) hiçbir ön yargı içinde olmaksızın yerine getirmelidir" diyerek uyardı.

Türkiye'de insanların bir kısmı "Nasıl olsa bir yolunu buluruz" mantığı ile yaşıyor.

Bir kısım insan ise, "Nasıl olsa mahkum edecekler" çıkmazı içinde... Hatta gerçekte hakkı olan bir şeyi (küçük armağanlar karşılığı) alabildiği zaman haklı olduğu için aldığını değil, ilgili kişinin lütfu ile ona kavuştuğunu düşünüp, teşekkür ediyor. "İnsaflı hakimmiş... İnsaflı memurmuş... İnsaflı siyasetçiymiş..."

Şimdilerde bakın, hepimiz oturmuş, bir siyasetçinin çıkıp başörtüsü sorununu çözmesini bekliyoruz. Kimileri diyor ki, "Şu sorunu çözün, kim çözerse rantı onun olsun..."

Hukuk devleti nerede?

Nerede insan haklarından herkesin eşit biçimde yararlanması ilkesi?

Birileri birilerini yargılama hakkını buluyor kendisinde...

"Ben sizin kılık-kıyafetinizi beğenmiyorum, çağdaş bulmuyorum ve sizi benim yararlandığım haklardan mahrum ediyorum."

Başka ifadesi var mı başörtüsü yasağının?

Bu söz ister tek bir kişi adına söylensin ister devlet adına... Herkese soruyorum:

Size kim verdi efendiler böyle kıyafet tanzimi yapma hakkını? Sizin benden ne farkınız var? Size kim verdi kıyafetleri "çağdaş" ve "çağdaş olmayan" diye tanımlama hakkını?

Bu soruyu burada soruyorum ama, başka kaç kişi soruyor bu soruyu Türkiye'de? Ve kaç kişi, bu soru istikametinde sistemi sorguluyor?

Yani, içinden-dışından bu soruyu soranların, kendisini hep "tanımlananlar" kategorisinde görenlerin ve görmek istemeyenlerin yapmadığı, yapamadığı bir şey var.

Türkiye'de insanlar, en tabii hakları olduğu halde bir şeyden zor ile mahrum edilen insanlar daha yüksek, daha yüksek sesle "Beni tanımlamaya hakkın yok" diye seslerini yükseltemedikleri takdirde, "tanımlanma"ya mahkum olacaklardır.

Çocukların sokaklarda balon uçurmaları, cop yemeleri, yağmur altında ıslanmaları, attıkları çığlıklar ya da sloganlar, hatta gözyaşları, Türkiye'deki insan hakları mücadelesi adına bir kahramanlıktır. Türkiye'nin yarınları böyle kurtulacaktır. Birilerinin birilerini tanımlama hakkı, böylece tasfiye olacaktır.

Yoksa, Mesut Yılmaz'ın, hangi hesaba dayandığı tartışılabilecek bir ileri iki geri demokrasi yalpalamaları ile değil. Yoksa MHP'nin Meclis kapısına kadar varabilen yiğitlik gösterileri ile değil... Yoksa Ecevit'in ahı gitmiş vahı kalmış insan hakları duyarlılığı ile değil...

Siyasetçilerin vicdanı çok geç kanıyor ne yazık ki...

Binlerce genç kızın hayali söndürüldü, neredesiniz?

AB'nin, "19 Mart'a kadar şunları yapmazsanız..." dediği listenin içinde "başörtüsü yasağının kalkması" da bulunsaydı herkes sıraya dizilirdi... "Bizim siyasetçimizi ancak yabancı kırbacı susta durdurur" mu demeliyiz? Siyaset gündeminde tartışılan maddelere bakın, hepsi AB'nin gündeminde olan şeyler. Halkın gündeminde olan ise Ankara'nın gündeminde yok. Varsa da bir biçimde gündemden düşüveriyor. Bu görüntü onur mu veriyor siyasete?

Mesut Yılmaz'a ve ANAP'lılara ve MHP'lilere ve DSP'lilere ve SP'lilere ve AKP'lilere sesleniyorum.

Vicdanınız kanıyor mu, şu yağmur altında ıslanan çocuklara bakıp, şu Alman Konsolosluğu önünde vize başvurusu için kuyruk olan çocuklara bakıp...

Vicdanınız kanıyor mu ve Türkiye'yi "hâlâ insanlarının kılık kıyafetini düzenleyen bir sisteme sahip olma" bu ayıbından kurtarmak için en zor olanı Anayasa'yı değiştirmek mi?

Kaç gün sürer Anayasa değişikliği?

Bu kadar çocuğun devamsızlıktan sınıfta bırakılmasına değer mi bu utanç verici yasak?

Türkiye değişecek... Er veya geç. İnsanların "tanımlanma"ya rıza gösterecekleri zamanın süresi azalıyor. Bakınız, itilip kakılan anne, suç duyurusunda bulundu. Bakınız, eğitim hakkını elinden aldığınız çocuklar Alman Konsolosluğu'nun kapısına dayandı. Bunları anlamıyor musunuz? Evet, sade bir anne hesap sormaya başladı... Yarın yüzbinlerce anne mahkeme kapılarına dayandığında ne yapacaksınız?

Evet, biz henüz demokrasinin ne anlama geldiğini bilen bir toplum değiliz. Şimdiki "tanımlama" despotizmi bu bilinçsizliğe dayanıyor. Ama diyalektik bir bakışla baktığımızda, zor yönetiminizin halka bu bilinci verdiğini de görüyoruz. Siz hüküm sürdüğünüzü sanıyorsunuz, ama halk sistemi en azından bilinç düzeyinde değiştiriyor. Yasağınızın ömrü her halükarda çok sürmeyecek. Ya siz değiştireceksiniz, ya siz değişeceksiniz.


28 Mart 2002
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED