T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Beyrut Zirvesi'ne Arafat damgası

Yola çıkarken, Yasir Arafat'ın ve onun yanısıra 'gayet anlamlı biçimde' en büyük Arap ülkesi Mısır'ın Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Beyrut Zirvesi'ne katılmayacağını öğrenmiştik. Beyrut'a iner inmez, Ürdün Kralı Abdullah'ın da gelmediğini ve gelmeyeceğini öğrendik.

Beyrut Zirvesi'nin çevresinde dönen 'felaket' bununla kalmadı. Şehir merkezinde, deniz kıyısındaki Phonecia Oteli'nde toplanan Zirve salonuna kurulan dev ekranda, Ramallah'taki ikametgahından Filistin lideri Yasir Arafat'ın, uydu aracılığıyla Zirve'ye hitap edeceği açıklanmıştı. Arafat, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah ile Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad'ın arasında ikinci sırada Zirve'ye hitap edecekti. Başşar Esad konuşurken, televizyon ekranlarına Ramallah'taki Yasir Arafat'ın konuşmaya hazırlanan görüntüsü geldi.

Ancak, Başşar Esad'ın 'İsrail'le her türlü ilişkileri kesilmesini talep eden' uzun konuşmasından sonra, Zirve'ye riyaset eden Lübnan Cumhurbaşkanı Emile Lahoud, sözü Cibuti Devlet Başkanı'na bıraktı. Ardından, Zirve'ye ara verildiği ve Arafat'ın Zirve salonuna, doğrudan, uydu yoluyla hitap etmesinin yerine, El Cezire televizyonu aracılığıyla konuşmasının naklen yayınlanacağı duyuruldu. Bu haberin ardından, Filistin Dışişleri Bakanı Faruk Kaddumi başkanlığındaki Filistin heyeti, Lübnan Cumhurbaşkanı'nı protesto ederek Zirve'den çekildiğini açıkladı. Faruk Kaddumi, Lübnan televizyon kanallarına, 'Bunun, Lübnan Zirvesi değil; bir Filistin Zirvesi olduğu'na işaret ederek, Lübnan halkına övgüler yağdırdıktan sonra, 'Zirve'yi bizsiz yapın' diyerek Beyrut Zirvesi'nden çekildiklerini ilan etti. Lübnanlı yetkililerin, İsrail'in Ramallah'tan uydu yoluyla Zirve'ye hitap edecek olan Arafat'ın konuşmasının yayınını bozacakları gerekçesi hiç kimseyi tatmin etmedi.

Kaddumi'nin ardından Emir Abdullah da, Lübnan'ın Arafat'ın Zirve'ye doğrudan hitabının engellenmesini protesto ederek Suudi heyetinin de Zirve'den çekildiğini bildirdi.

Böylece, Ortadoğu'da önümüzdeki dönemdeki gelişmeler bakımından kendisine büyük umutlar bağlanan Beyrut Arap Zirvesi, tam anlamıyla, bir 'Sürprizler Zirvesi'ne, bir başka deyimle bir 'Skandal Zirvesi'ne dönüştü.

Oysa, Zirve öncesi, Beyrut, uluslararası diplomasinin 'odak noktası' haline gelmişti. Avrupa Birliği dönem başkanı İspanya'nın Başbakanı Jose Maria Aznar, AB'nin Dış Politika, Savunma ve Güvenlik sorumlusu Javier Solana ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Zirve'deydiler ve dün sabahki açılış oturumunda konuşmuşlardı.

AB yetkilileri ile BM Genel Sekreteri, Beyrut'a gelirken, Yasir Arafat'la görüşmeyi umuyorlardı. Arafat'ın gelmeyeceği anlaşılınca, Solana, 'Arafat burada bulunmasa bile burada olacak' diyerek 'Arafat'sız Arafat'lı Zirve'nin özelliğini özetledi. Gerçekten, Beyrut Zirvesi'ne katılımı 'büyük olay', 'büyük gelişme' olarak beklenmiş olan Arafat, 'gıyabında'da Zirve'ye hükmetti.

Hüsnü Mübarek, katılmama gerekçesini 'Arafat'ın olmadığı Zirve'ye ben de katılmıyorum' diyerek İsrail Başbakanı Ariel Sharon'un 'şantajı'na 'boyun eğmeyi' reddetiğini ifade eder ve üstü kapalı biçimde 'Amerikan diplomasisi'nin önünü keserken; Mısır'dan gayrı İsrail'le diplomatik ilişkisi bulunan ve tıpkı Mısır gibi İsrail'e komşu olan Ürdün Kralı Abdullah'ın katılmaması da, yine 'Amerikan diplomasisi'ne gönderilmiş bir 'protesto mesajı' gibi algılandı. Çünkü, Arafat'ın katılmayacağı anlaşılınca, gece yarısı, Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada 'Zirve'nin, kimin katılacağından ziyade Barış Planı ile uğraşması gerektiği' bildirilmişti. Ürdün Kralı, dün sabah, son dakikada gelmekten vazgeçip, Zirve'nin ağırlığını kendiliğinden düşürerek Amerika'nın bu tavrını protesto etmiş oldu.

Bu 'sürprizler' ve 'skandallar'la başlayan Zirve, dün öğleden sonra, Arafat'ın uydu aracılığıyla Zirve'ye doğrudan hitabının Lübnan tarafından engellenmesi üzerine tam bir 'skandal zirve' haline geldi. Konuşmasında kendi imzasını taşıyan Barış Planı'nından söz eden ve bunun bir 'Arap girişimi olarak BM Güvenlik Konseyi'ne başvuru'ya dönüşmesini isteyen Emir Abdullah, Arafat'ın doğrudan hitabının engellenmesini bir 'ihanet' ve en önemlisi 'kendilerine yönelik bir ihanet olarak da' değerlendirdi ve Lübnan 'özür dilemediği' takdirde Zirve çalışmalarına devam etmeyeceğini duyurdu. Filistinliler de, Lübnanlılardan 'açıklama' talep ettiler.

Bu 'çekişme'nin gerisinde, Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad'ın konuşmasının içeriği yatıyor. Başşar Esad'ın konuşması, Suudi Arabistan Barış Planı önerisiyle taban tabana zıt özellikler taşıyor. Lübnan, genellikle, Suriye ile birlikte davrandığı için, Arafat'ın konuşmasının engellenmesi, perde arkasında 'Araplararası ihtilaflar'a işaret ediyor.

Bu arada, Arafat, El Cezire tarafından yayınlanan ve engellenmese uydu aracılığıyla Zirve'ye sesleneceği konuşmasında 'Suudi Barış Planı'na destek' bildirdi. Arafat'ın konuşması, bir 'direniş konuşması' idi; ama Barış Planı'na desteğini de ifade etmişti.

İlginç olan husus, S.Arabistan Veliahd Prensi'nin konuşmasında, İsrail hükümetine değil, 'İsrail halkı'nı muhatap alan ifadeler vardı. Arafat da, konuşmasında 'İsrail halkı ve dünya Yahudileri' sözcüklerini kullandı.

Arafat, katılmadığı, katılmasının Sharon tarafından engellendiği Zirve'ye; uydu aracılığıyla yapacağı konuşmanın 'bazı Araplar' tarafından engellenmesiyle de 'kuvvetli damgası'nı vurdu.

İsrail Başbakanı Ariel Sharon, Salı gecesi İsrail televizyonunun Arapça yayınında, 'Arafat'ın Beyrut'a gitmesi için şartların olgunlaşmadığını' bildirmiş ve 'iki şart' sıralamıştı: Arafat'ın Arapça yapacağı konuşmayla ateşkes sözü vermesi ve Beyrut'ta bulunacağı süre içinde İsrail'in onun geri dönmesini engelleme yetkisine sahip olması. Bu ikinci şart, Amerika'nın İsrail'e yönelttiği taleplerin geri çevrilmesi anlamındaydı. Ancak, Arafat, bu 'şartlar'ı 'şantaj' olarak gördü ve Beyrut'a gitmeyi reddetti. Zaten, başta Mübarek, Mısır yönetimi de, Arafat'ın 'İsrail tarafından aşağılanarak' Beyrut'a gitmesi yerine, 'ülkesinde ve savaşçılarının arasında kalmasının davası için daha iyi olacağı' kanısını ifade etmişti.

İsrail gazetesi Maariv'de yer alan şu satırlar, Arafat'ın nasıl bir 'baş aktör' haline geldiğini ve İsrail'in Sharon'un elinde nasıl açmazlara sürüklendiğini gösteriyor: "Sharon Arafat'ı dışarı bırakmanın içerde kıstırmaktan daha tehlikeli olduğunu biliyor. İki şerden birini seçmek zorundadır... çünkü herbiri diğerinden daha tehlikelidir. Bu durumu yarattığı için kendisinden başka suçlayacağı hiç kimse yoktur."

Bu durumda ne olacak?

Önce Zirve'nin nasıl sonuçlanacağını beklemek zorundayız. Ne de olsa bu bir 'Sürprizler Zirvesi'. Her an, yeni bir 'sürpriz' olabilir.

Şimdiden şu kadarı söylenebilir: Suudi Barış Planı hasara uğramış ama ortadan kalkmamıştır.

Arafat (bunu 'Filistin halkının başkaldırışı' olarak da tercüme edebilirsiniz) Zirve sırasında ve sonrasında, öncesinden daha güçlü çıkacaktır.

Bölgede 'şiddet tırmanışı' bir süre daha devam edecek ve 'Zinni misyonu' muhtemelen yine başarısızlığa uğrayacak; Amerika'nın başı biraz daha ağrıyacaktır.

Ya İsrail, bir 'askeri çılgınlığa' girişirse... Göreceğiz.


28 Mart 2002
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED