T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye'nin dinamizmi "merkez ve kenar" ilişkilerinde gizli

Her toplumda kurulu mevcut düzeni korumaya çalışanlarla bunu değiştirmek isteyenlerin olması normaldir. Neticede herkes kendi beklentilerine azami cevabı verecek bir düzenin özlemi içerisindedir. Eğer mevcut statüko bunu karşılamıyorsa kurulu düzenin değiştirilmesi yönünde çaba gösterecek kesimler olacaktır.

Aslında kurulu düzenden yana olanlarla bunu "daha iyi"ye doğru değiştirmeye çalışanlar arasında cereyan eden bir dinamizm ve hareketlilik toplumsal değişimin adeta motoru niteliğindedir.

Batı için dinamik unsurlar...

Batı toplumları için temel dinamik ekseni oluşturan ana unsurların sosyal sınıflar ile kilise ve devlet arasındaki çatışmalar olduğu söylenebilir. Batı toplumları tarihinde sosyal sınıflar arasındaki çelişki ve bunun yönlendirdiği çatışmalar dinamizmin ana unsuru olmuştur. Sınıflar arasındaki çatışma ve çelişkiler süreç içerisinde bir uzlaşmaya ve belli bir çözüme kavuşmuştur ki, bundan bugünün toplumsal ve siyasal rejimleri ortaya çıkmıştır.

Kilise ile devlet arasındaki çelişki ve çatışmaların nasıl bir Batı tarihini geride bıraktığını biliyoruz. Kilisenin devlete yönelik talep ve projeleri kanlı çatışmaların, yıllar süren din savaşlarının ve mezhepler arası mücadelenin zeminini oluşturmuştur. Bugün bunun tamamen ortadan kalktığı elbette söylenemez. Kuzey İrlanda'da yıllardır yaşanmakta olan Protestanlar'la Katolikler arasındaki savaş son derece anlamlı ve öğreticidir.

Böyle bir tarihsel arka plana sahip Batı çözüm projelerini ve rejimlerini bu tecrübe üzerinde oturtmuştur.

Türkiye'nin dinamizmi farklı...

Bizdeki tarihsel ve toplumsal alana bakarsak durumun son derece farklı olduğunu görürüz.

Bizim tarihsel ve toplumsal tecrübemizde asla bir sosyal sınıflar arasında savaş yoktur. Ayrıca bizde ne bir Kilise ne de devletle din arasında bir mücadele vardır. Çünkü Batılı anlamla bir sosyal sınıf olgusu bizde dün olmadığı gibi bugün de mevcut değildir. Modaya uyarak bazı toplum kesimlerine "sosyal sınıf" dememiz gerçekten onun bir sosyal sınıf olduğu anlamına asla gelmiyor. Bana sorarsanız bizde bir işçi sınıfı yok; elbette işçiler yani emeği ile çalışıp geçinenler var. Ama bunlar arasında bir sınıf bağı ve bilinci yok. Hiçbir çalışan kendisini işçi sınıfının üyesi kabul ederek buna göre davranmıyor. Türkiye'de bir işçi sınıfı olsaydı herhalde kendini sosyal demokrat olarak ilan eden partiler şu andaki acınası durumda olmazlardı. İşçi sınıfı olmayınca sosyalist veya sosyal demokrat partiler de yok! Bunun için Türkiye'nin dinamizmini sosyal sınıflar arasındaki mücadelede aramak beyhudedir.

Din ve devlet arasındaki ilişkilere gelince burada da Batılı anlamda bir tablo sözkonusu değil. Öncelikle devletten, yani siyasal iktidar gücünden özerk ve ayrı örgütlü bir din yapısı yoktur. Dolayısıyla siyasal iktidara talip, devleti yönetmek için örgütlenen bir din söz konusu değildir. Din devlet şemsiyesi altında ve kontrolünde icra-i faaliyet göstermektedir. Tarihsel olarak din devlet yönetiminde önemli kamusal işlevler görmüştür; ama bunu özerk bir kurum olarak değil devlet kontrolünde yapmıştır. Bunun için din ve devlet ilişkilerindeki dinamizmi toplumsal ve siyasal oluşumun temeline yerleştirmek mümkün değildir.

Merkez ile kenar ilişkileri...

Peki Türkiye'nin dinamizmi nerede gizli diye sorarsanız bence bu merkez ile kenar arasındaki eksende ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin tarihini ve toplumsal olaylarını dikkatli bir gözle inceleyenler siyasal merkez ile bu merkezin denetim altında tutmaya çalıştığı kenar arasında devamlı bir çatışmanın, çelişkinin ve mücadelenin olduğunu göreceklerdir.

Merkez ile kenar arasındaki ilişkiler ve çatışmalar toplumsal dinginlik ve durağanlık dönemlerinde sorun yaratmıyor. Zira herkes yerli yerinde bulunuyor ve bir yapı belli bir biçimde oluşunca o devam edip gidiyor. Ne var ki sosyal hareketlilik artıp kenar merkeze doğru taşınınca, merkeze gelip oraya sızmaya, merkeze ortak olmaya ve merkezin tekelindeki iktidarı paylaşma talebini yüksek sesle dile getirmeye başlayınca işte o durumda sorun çıkıyor.

Çok partili rejimde halka verilen seçme, yani oy hakkı kenarın gücünü artıran bir gelişme olmuştur. Halk oy yoluyla merkezi dönüştüreceğine inanmış ve bu yönde mücadeleyi sürdürmüştür. Ama yaşananlar oy yoluyla merkezi dönüştürmenin, merkezin tekelindeki iktidara ortak olmanın ve paylaşmanın imkansız olduğunu ortaya koymuştur.

Bunun üzerine şimdi kenar, yani merkezden uzak tutulanlar, Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyelik projesine sarılmışlardır. Dikkat edin AB'ye karşı olanlarla taraf olanların toplumsal olarak aynı yerde durmadıklarını göreceksiniz. AB tartışması Türkiye'deki mevcut merkezin olduğu gibi devam etmesi ile değiştirilmesi talebi arasındaki mücadeleye dönüşmektedir. Merkez AB'ye karşı dururken kenar AB'ye taraf olduğunu göstermektedir.

Türkiye'nin kaderi hep merkez ile kenar kesimleri arasındaki mücadelenin alacağı yapıya bağlıdır. Bakalım bu mücadeleyi merkez mi, kenar mı kazanacak?


28 Mart 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED