|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İki isim. İki bakış açısı. Hayatı anlama ve kavrama konusunda birbirlerine dünyalar kadar uzak iki insan. İlki, bir gazetede başyazarlık yapıyor; kimi celadetli ve devlete haddini bildiren, kimi statükocu ve özür dilemeci yazılarıyla maruf usta bir gazeteci. Adı Oktay Ekşi. Bir meslek kuruluşunun da başkanlığını yürütüyor. İkincisi, bir lise öğrencisi... Başı örtülü benzerleri gibi sokak aralarında önü kesilip joplanan ve muhtemelen her gün kelepçelenip "okulundan uzak bir noktaya" bırakılan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Adı Esra... Soyadını, İstanbul Valisi Erol Çakır ve kolluk güçlerine güvenemediğim için yazmıyorum. Bir yanlışa dikkat çekeyim derken, bir başka yanlış yapıp olmadık işler açmayalım kızcağızın başına neme lazım. Adı Esra olan, "Ben (....) Anadolu İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencisiyim" diye başlıyor Oktay Ekşi'ye de gönderdiğini tahmin ettiğim mektubuna ve şöyle devam ediyor: "Bildiğiniz gibi ben ve arkadaşlarımın, yani tüm imam hatip lisesinde okuyan öğrencilerin çektiği bu zulmün ortadan kalkması için sizin de bize yazılarınızla destek olmanızı istiyoruz. Yaşanan bu haksızlığın ne kadar saçma olduğunu halka duyurmanızı ve bize gerçekten yardımcı olmanızı... "Din, insanların huzur ve mutluluğunu, devlet ise hak, adalet ve güvenliğini sağlamak için vardır. "Benden, yaşamaktan mutluluk duyduğum hayat biçimini terketmem isteniyor. Huzurumu kaybedersem, bu devlete güvenimi de kaybederim. "Hukukun üstünlüğüne inanıyorum. "Sizlerden konumunuzun gereğini ve sorumluluğunu yerine getirmenizi bekliyor, kamuoyunun dikkat ve duyarlılığını uyandıracak bir yaklaşımda bulunmanızı istirham ediyoruz." Adı Oktay olan ise, İmam Hatip Liseleri'ndeki örtü yasağına "üzülmüş gibi" yaptığı yazısında, "sene kaybı tehlikesi"ne işaret ederek şunları söylüyor: "Şimdi bu çocuklardan okula özürsüz olarak 10 günden fazla süreyle devam etmeyenlerle, özürlü veya raporlu devamsızlıkları da dahil toplam 30 günden fazla süreyle okula gelmeyenler otomatik olarak sınıfta kılmış oldular. "Onları devletin yerleşik kurallarına karşı eyleme davet eden vicdansızlara sormak istiyoruz: Yazık değil mi bu çocukların ömründen giden birer yıla?" Adı Oktay olan, tahmin edeceğiniz üzere, ortadaki "vicdansızlığın" yükünü, bu anlamsız yasağı uygulayanlara değil, bizatihi mağdurlara yüklüyor. Çünkü, bu ülkede hiç kimse "kendisi gibi" olma hakkına sahip değildir; bütün kabahat, o çocukları kışkırtan ve devletin yerleşik kurallarına karşı eyleme davet eden vicdansızlardadır. Zaten, çoğu zaman "yasak" olarak karşımıza çıkan bu kuralların "hukuk"a uygun olup olmadığı da önemli değildir. Adı Esra olan, "Benden, yaşamaktan mutluluk duyduğum hayat biçimini terketmem isteniyor" diyor, ama adı Oktay olan insanların yaşamaktan mutluluk duydukları "hayat biçimi"ni terketmelerinde sakınca görmüyor. Adı Esra olan, "hukukun üstünlüğüne inanıyorum" diyor, ama adı Oktay olan "hukukun üstünlüğü"ne karşı "devletin yerleşik kuralları"nı koyuyor. Adı Esra olan, 13, hadi bilemediniz 14 yaşında, henüz hayata uyanmamış bir sübyan... Adı Oktay olan yaşını başını almış, tecrübeli, feleğin çemberinden geçmiş koskoca adam; üstelik sorumluluğunu müdrik bir gazeteci, bir aydın... İki isim... İki bakış açısı... Hangisinin akil baliğ, hangisinin "aydınlık" olduğuna siz karar verin...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |