|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Turgut Özal'ın ölümündeki sır, önemli ölçüde "Demirel'in neyi bildiği"nde odaklaşıyor. Belli ki Demirel, Özal'ın hastalığı ile ilgili olarak Özal'dan ve Özal ailesinden daha çok şeyi biliyordu ve şimdi bunu açıklaması zamanı gelmiş bulunuyor. Konu, öncesi ve bugünü ile, Emin Çölaşan'ın sütununa yansıdığı biçimde (1 mayıs 2002) şu çerçevede gelişiyor: "1993 yılının sanırım ocak ayı. Halamın oğlu, o sırada Meclis Başkanı olan Hüsamettin Cindoruk'la Özal'dan söz ediyoruz. Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor: ''Bu gidici. Yakında ölecek.'' İnanmıyorum, şaşırıyorum ve aynen ''Ne gidicisi abi, o hepimizi götürür'' diyorum. Cindoruk ısrar ediyor: ''Haberin kaynağı Baba'dır. Bu devlet bilgisi. Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Baba sağlamcıdır. Bunu diyorsa bir bildiği vardır.'' Birkaç gün sonra, Baba'nın bu bilgiyi Cavit Çağlar'a da verdiğini birinci elden öğreniyorum. Bu devlet sırrını kimseye açamıyorum. Aradan kısa bir süre geçiyor ve Özal 17 Nisan'da ölüyor. Cumhurbaşkanlığına soyunan Baba, bizim gazetenin bazı yazarlarını 24 Nisan günü Konut'ta öğle yemeğine çağırıyor. Öğrenmiş olduğum bu olayı kendisine aktarıyorum ve açıkça soruyorum: ''Özal'ın öleceğini gerçekten biliyor muydunuz...'' Bazı şeylerin bana söylenmiş olduğunu anlıyor. Verdiği yanıtı 25 Nisan 1993 tarihli yazımdan aktarıyorum: ''Hükümetler cumhurbaşkanının sağlığından da sorumludur. İki ay önce ABD kaynaklı bir yerden (tedavi gördüğü, ameliyat geçirdiği Houston Hastanesi'nden) saglığının iyi olmadığı konusunda bize bilgi geldi. Bunu duyunca kendisine sağlığının nasil olduğunu sordum. İyi olduğunu söyledi. Ben daha başka bir şey söyleyemezdim. Ancak bizim bilgimiz kalbiyle değil, prostatla ilgiliydi. Durumunun iyi olmadığını biliyordum ama ölecegini nasıl bilirdim. Kimin ne zaman öleceğini sadece Allah bilir.'' Yazımı şöyle sürdürüyordum: ''Demirel önümüzdeki yaz aylarını çıkaramaz deyip demediği konusunda bir şey söylemedi. Bir kez daha anladım ki, devletin tepesinde çok ilginç olaylar oluyordu.'' Çölaşan'ın ifadelerinden ilk öğrendiğimiz şey, "devlet sırları"nın nerelerde, hangi ahbab-çavuş ilişkileri içinde hangi üsluplarla dolaştığı hususudur. Hem de Meclis Başkanları'nın marifetiyle... Ama daha önemlisi Özal'ın sağlığı ve ölümü konusunda Demirel'in ne bilip ne bilmediği hususudur. Konuyu şu sorularla belki açabiliriz: -Demirel'i Özal'ın sağlığı konusunda bilgilendiren ABD'li kaynak kimdir? Burada Emin Çölaşan, (Özal'ın tedavi gördüğü Houston Hastanesinden bir kaynağı) işaret ediyor ancak bunu şüphe ile karşılamak mümkün. Çünkü Houston Hastanesi'nin hasta ve yakınları ile değil de Türk Hükümeti ile doğrudan irtibat kurması diplomatik teamül ve hasta hakları açısından çok da makul görülmüyor. -Ayrıca gene hastanenin, "Özal yakında ölecek, bilginiz olsun" tarzında bir değerlendirme yapması en azından Türk hükümeti tarafından garip karşılanmalı değil miydi? Sonuçta Özal Türkiye'nin Cumhurbaşkanı idi ve Türk hükümeti de olayı bu ciddiyette değerlendirmiş olmalıydı. Oysa Çölaşan'ın sütununa yansıyan bilgiler, Cindoruk ve Demirel'in "Özal'ın öleceği ihbarı"na peşin peşin inandığı ve bir an önce "Özal sonrası"na hazırlanma telaşına girdiği intibaını veriyor. -Bir başka soru şudur: Acaba böyle bir durumda fiilen Cumhurbaşkanlığını yürüten, hem de Asya gezisi gibi yorucu bir seyahati göze alacak kadar hayatın içinde bir kişinin, gerekiyorsa ülke için tedbirler almak üzere kendi sağlığından haberdar edilmemesi, bunun uluslararası kulislerde cereyan edip kalması devlet teamülünden midir? -Bir başka soru: Acaba "ABD'li kaynak" Demirel'e "Özal'ın yakında öleceği" bilgisinden başka ne demiştir? -Ve bir başka soru: Özal'ın ölümünde herhangi bir sır bulunmadığı tezi, ısrarla "Özal'ın kalp krizinden öldüğü, bunun çok açık olduğu, onun için de otopsiye falan gerek duyulmadığı" değerlendirmesine dayanıyor. Oysa "Özal'ın yakında gidici" olduğuna dair Demirel kaynaklı bilgi, asıl riskin prostatta olduğu yönündedir. Acaba ölüm gerçekleştiğinde Demirel "Yahu bize gelen bilgi 'ölüm riskinin prostatta olduğu' yönündeydi. Şimdi kalp nereden çıktı? Hele bir araştırın bakalım, prostatta ne var ne yok?" diye sormayı düşünmemiş midir? -Bir başka soru şudur: Acaba Demirel, kendisine bu hayati veya ölümcül bilgi ulaştığında bunu "Bu gidici. Yakında ölecek. " seviyesinde değerlendiren Cindoruk'tan başka devlet bünyesinde kiminle paylaşmıştır? Özal'ın sağlığı için nasıl bir tedbir öngörülmüştür, devlet için nasıl bir tedbir öngörülmüştür? Yoksa dilim varmıyor ama, Özal'dan sonra Cumhurbaşkanlığı ve hükümetin nasıl doldurulucağının hesabı mı yapılmıştır? -İnsani planda bir başka soru: Bugün Demirel o günleri düşündüğünde kendi içinde bir burukluk hissetmekte midir? Her şeyi doğru yaptığı düşüncesinde midir? Demirel o günkü bilgileri bugün Özal ailesi ile paylaşmayı düşünmekte midir? -Özal'a yapılan silahlı saldırı konusu da henüz sır niteliğini korumaktadır. Semra Özal, Rahmetli'nin bu konuyu epeyce araştırdığını, bir değerlendirmeye ulaştığını, ancak başka sıkıntılara yol açılmaması için üzerine gitmediğini, kendisinde sır olarak sakladığını söylemektedir. Aslında böyle bir suikast teşebbüsü (başka liderlere (Mesut yılmaz, Ecevit) yapılan fiili saldırılar da böyle) de Özal'ın özel meselesi olmaktan öte bir önem taşımaktadır. Özal'ın "sır"lı ölümünden sonra belki Özal'daki "suikast" bilgileri çok daha fazla önem kazanmış olmaktadır. Acaba Demirel, Özal'ın ölümünden sonra geriye doğru bu yönde bir araştırma-soruşturmaya gerek duymamış mıdır? -Ve son bir soru: Semra Özal, Rahmetli'nin "Türk dünyasının bir çatı altında birleştirilmesi" gibi bir hedef taşıdığını, ölümünden bir gün önce sona eren gezisinin de bu amaca yönelik olduğunu açıkladı. Bunu "ölümdeki sır"ra ilişkin kuşkularını seslendirirken söyledi. Dedi ki: "Saatli bomba gibi zamanı gelince etkisini gösteren zehirler varmış. Saç teli bende. Neden böyle bir zehirlenme ihtimali araştırılmadı." Buradaki iddia şu değil mi? "Özal Türk dünyasını birleştirmek gibi büyük bir hedefin peşindeydi ve buna mani olmak için bir yolla zehirlenmiş olabilir." Anlaşılıyor ki Özal ailesi, konunun öncelikle bir "aile meselesi" olarak değil, bir "devlet meselesi" olarak görülmesini istemektedir. Doğru olan da budur. Ve bu noktada Demirel ve çevresinin zamanın sıcak siyasi hesapları içinde önemli bir ihmali gözlenmektedir. Eğer yanılıyorsam, kamuoyunun Demirel'in yukardaki sorulara tatmin edici cevaplar vermesini bekleme hakkı olduğunu düşünüyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |