|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sabancı, argo ifadeyle "200 milyar dolar borç almışız. Elimizde ne kaldı? Üçün biri." diyor. Türkiye'nin ekonomik gerçeğini ifade ediyor. 80 yılda geldiğimiz nokta ferd başına milli gelir 2200 Dolar... Üstelik son birkaç yıl içinde 3000 Dolar'dan düşmüşüz bu rakama... Sürekli mevcudu artan işsizler ordusu ülkenin üstünde oturduğu bir atom bombası gibi... Resmi belgelere açlıktan ölen çocukların girdiği, emekli maaşı kuyruklarında insanların can verdiği, Başbakanlık önünde "açız" diye çığlık atan insanların kendisini astığı bir Türkiye... İMF'ye, Dünya Bankası'na emanet edilmiş bir ekonomik politika Türkiye'nin ekonomide geldiği yerin fotoğrafını çok net olarak sunuyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Üyesi Kemal Çevik'in "Ben müstemleke memuru değilim" isyanı da Türkiye'nin ekonomi politikalarının karakterini sergiliyor. Ülke soyguncu çetelerinden geçilmiyor. Son birkaç yıl içinde neredeyse soyguncu çetelerine verecek "hayvan" ismi kalmadı. Çeteler, devleti hortumlamak için oluşmuş ve devleti hortumlayarak semirmiş. Hala da yasal çeteler, devleti hortumlamak için yasal yollar üretmekle meşgul. Medyayı da bunun için "Koç başı" olarak kullanma arayışındalar. Vatandaşın sırtına habire vergi konuyor ki, banka hortumlamalarından ortaya çıkan açık kapatılsın. Vatandaş sağmal inek haline getirilmiş. İşin garibi siyasetle hortumculuk içiçe girmiş durumda... Siyaset açısından baktığınızda elinizde kalan "yönetemeyen demokrasi"den başka bir şey değil. Halkla ilişkileri sorunlu, seçime gitmekten korkan, ama halk içinden çıkan tüm alternatifleri de yasak alana sürmeye çalışan, sistemin tüm akreditasyon mekanizmasını kendisinin elinde bulundurduğunu düşünen bir merkez. Devlet - toplum ilişkilerinde sancı azalmıyor artıyor. 28 Şubat süreci bin yıl sürecek... İşte Türkiye'nin demokratik yapısının göstergesi... 27 Mayıs'lı, 12 Mart'lı, 12 Eylül'lü ve 28 Şubat'lı bir demokrasi... Avrupa'nın adam etmeye çalıştığı bir siyasi sistem. Halka, halkın oyuna güven duymayan ve canı istedikçe onu terbiye etmeye, rotaya sokmaya çalışan bir irade... "Satılık müttefik" ifadesi dünyada hangi ülke için söylendi Allah aşkına? "En iyi ihraç malınız Ordunuz" ifadesini nasıl içine sindirdi bu ülke? Nasıl "Türkiye'yi 30 milyar Dolara satın aldık" ifadesini hazmetti gururumuza toz kondurmayanlar? Geleceğine güven duymayan gençlik bizim gençliğimiz. 2000'e, 2001'e, 2002'ye "kayıp yıl" diye bakan, kayıp yılları sürekli çoğalan ve 2003'ten, 2004'ten ümit üretemeyen halk bizim halkımız. Fırsat bulsa gitmek için ülke arayan insanlar bizim insanlarımız. Kim bütün bunların sorumlusu? Türkiye'de her akreditasyon mekanizmasının kendi ellerinde bulunduğunu söyleyenler değilse kim? Merkeze kurulmuş ve her alternatif oluşumu, sistemin ana dogmaları açısından denetlemeye kalkışan odak, odaklar... Sistem adına konuşanlar, sistem adına meşruiyyet alanı oluşturanlar ve sistem adına biçenler... "-Değiş! Değiştin mi? Değişme oranın yeterli mi? Değiştiğini ispat et!" "-Hayır, değiştiğine inanmıyorum. Seni inandırıcı bulmuyorum. Hala eski özelliklerini taşıyorsun! Değişimin aldatıcı." Meydanlara çıkıyorsunuz, sizi yüzbinlerce insan dinliyor. Sesinizle yüzbinlerce insan buluşuyor. Sandıktan sizin için milyonlarca, hatta sizi iktidar yapacak oy çıkıyor. Oradan koro harekete geçiyor: -Bu oluşum sistemin kutsallarına göre meşru değil. Değişmesi lazım. Her şeyi halktan iyi biliyorlar! "Halka rağmen halk için" ilkesi onların sistem mantığı... Ama Türkiye'yi iyi yönetmeyi bilmiyorlar. Türkiye'yi getirdikleri nokta bir bataklık ortamı... Temel soru şu olmalı değil mi artık: -Neden onlar değişmiyorlar? Neden Türkiye'yi bu bataklık ortamına getirenler değişmesinler? Solcuları değişime zorladılar, onların "halktan yana, ezilenlerden yana" özelliklerini sıyırmaya çalıştılar üzerlerinden. Şimdi "değişen solcular" hortumcuların yamağı oldular. Medyada, kurulu düzenin en bıçkın çığırtkanları onlar. Merkez adına en biçici misyonu onlara yaptırıyorlar. İslami duyarlılığı olanları zorluyorlar şimdi. Kurulu düzenin uzantısı haline getirmeye, ana referanslarını yoketmeye çalışıyorlar. Kendilerine benzetirlerse müthiş bir şeyi başarmış olacaklar sözümona... "Değişim" sözcüğünü aslan terbiyecisinin elindeki bir kırbaç gibi kullanıyorlar. Ve herkes, "değişim"alanına girmek, sistem adına akreditasyon meşruiyyetleri kendilerinden menkul kudret sahiplerine "değişim hesabı" vermek zorunda hissediyor kendisini... Bu mekanizma bir kere kurulduğunda da, artık kısır döngüye dönüşüyor. Her yeni, kısa süre sonra, gidip bozuk düzene monte oluyor. Bir vida veya somun olarak... Türkiye'de, bir "değişim" olacaksa şayet, -ki olmalı- öncelikle merkez mantığını değiştirmek zorunda... Merkezi değiştirmek zorunda... Merkeze halkı koymak zorunda. Sistem adına belirleyici olduklarına inanılan güç odaklarını değil. Herkes, halkın nasıl istiyorsa ona göre yönetilme hakkına saygı göstermeli. Hiç kimse "Halk için de en doğrusunu ben bilirim, benim doğrularımdan ötesi yanlıştır" iddiasıyla ortaya çıkmamalı. Sonuçta geldiğimiz nokta ortada. Sonuçta Türtkiye'nin en güçlü sanayicilerinden birisinin objektifi ile görünen "Türkiye fotoğrafı" ortada. Ve sonuçta, "Türkiye'yi 30 milyar Dolar'a satın aldık" gibi aşağılayıcı bir yafta ortada... Türkiye'yi bu noktaya getirenlerden utanç duymakta haksız mıyız? Ve Türkiye'yi bu noktaya getirenlerin "değişme"sini istemekte haksız mıyız? Türkiye'nin belki de asıl dramı, asıl değişmesi gerekenlerin sistemin-suyun başına oturup, hizmet için soyunanları sigaya çekme ve değişime zorlama yetkisiyle donanmış görünmeleridir. Türkiye asıl bu deli gömleğini yırtmak zorundadır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |