T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Herkes "her şeyci" olurken kimse "hiçbir şey" olamayacak mı?

Son zamanlarda okuduğum röportajlarda adamına ve yerine göre cevap verildiği gibi bir endişeyi daha çok taşımaya başladım. Bunda endişelenecek ne var diyenler olabilir. Çok şey var. Ben insanların kimliklerini makyajsız bir yüz kadar temiz ve duru taşımalarından yanayım. Abartmadan ve başkalarının gözüne sokmaya çalışmadan insanlar kendi bedenlerinin ve düşüncelerinin içinde yaşamaya devam edebilirler. Abartıldığı ve başkalarının gözüne sokulmaya başlandığı noktada itirazlarım var.

Kamusal alanın şöhretli isimlerinin İslami Medya diye anılan gazetelere farklı yüzler veriyor olmaları dikkatimi çekiyor. En son Mustafa Karaalioğlu'nun Yıldırım Mayruk ile yapmış olduğu röportaj vesilesiyle bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Yıldırım Mayruk çok dindar bir ailenin çocuğu olduğunu özellikle vurguluyor. Bu vurgu şifon elbiseler altında tamamen çıplak kadınlarla defile hazırlamış birisinin ağzından çıktığı için, post-modern söylemin her şeyden biraz anlayışına çok uygun düşüyor. Söz konusu kişi başka gazetelere röportaj verdiğinde çıplaklığa karşı olduğunu, özel dikişlerinde belli bir noktaya kadar açıklığı onayladığını söylüyor mu? Hayır. Karaalioğlu'nun defilelerde hiç kimse tarafından giyilmeyecek kıyafetleri neden sergiledikleri sorusuna defilenin şow olduğu noktasından cevap veriyor Mayruk. Tam sorunun sorulacağı yerde Karaalioğlu devam etmeyerek başka konuya geçiyor. Sorulacak soru şudur: Fazla çıplaklığa müşterilerinizin isteğini yerine getirmeyecek kadar karşı iseniz, yaptığınız şow ile çıplaklığın yaygınlaşmasına, sokaktaki çıplaklığın bir parça daha artması yolunda referans oluşturmasına nasıl gönlünüz razı oluyor?

Post-modern düşünce ve hayat tarzı insanların nefsine çok uygun geldiği için hızlı bir şekilde yaygınlaşıyor. Herkes her şeyci olmak yolunda dolu dizgin ilerliyor. En son Adana'daki bir cafe/barın müftü eliyle dualarla açılmasına şahit olmamız, herkesin her şey olmak için ne kadar gayretli olduğunu gösterdi. Müftü dualı cafe/bar açılışını açıklamak üzere oranın bar olduğunu bilmediğini bitişiğindeki camide vaaz vermek için gelmiş iken kendisinden böyle bir istekte bulunulması üzerine davete icabet ettiğini belirtti. Özrü suçundan büyük bir durum ortaya çıkıyor müftünün açıklamasından sonra. Cafe ile caminin duvarının bitişik olmasına itiraz edip söz konusu kişileri uyarması gerekirken sırf kendisinden istendi diye "helal lokma/bol rızk" için avuç açması ne kadar doğru? Belli ki müftünün kafası bir hayli karışık. Karışık olması da çok normal. 19.4.2002 tarihli Milliyet gazetesinde içkili olarak namaz kılınabileceği yolunda fetva veren hocalarının arkasından gidiyor. Belli miktar alkolün trafikte bile caiz olduğu noktasından çıkarım yaparak, alkollü olarak namaz kılınabileceğini söyleyen İlahiyat Profesörleri bu çıkarımla ne kadar post-modern bir zihniyet içinde olduklarını fark etmiyorlar ihtimal. Niyetleri salih. Adam içkiyi bırakmayacağına göre bari biz onun namazı da bırakmaması için ruhsat bulalım. Her şey birbirine karışıyor böylece. İnsanlar aman dinden uzaklaşmasın diye fazladan gösterilen çabayla din, Vahy eden Allah'ın sınırlarından, onu uygulayıp yaşayan Hz. Peygamber'in sünnetinden uzağa düşüyor. Adamına göre din, adamına göre günah anlayışı ile, adamına göre fikir özgürlüğü kol kola.


3 Mayıs 2002
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED