|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tam, Fransız ve Türk halkları elele Le Pen belasını savuşturmuştuk ki, yeni bir felaket haberinin gelmesi gecikmedi. Hem de ne felaket! Sınır Tanımayan, –yani otorite yardakçılığı, asker goygoyculuğu, patron işbirlikçiliği yapmayan– Gazeteciler Örgütü, Paris Saint Lazare İstasyonu'nun zemininde kocaman bir harita resmetti. "Basın özgürlüğünün ayaklar altına alındığı ülkeler" adı verilen bu haritada Saddam'ın Irak'ından, Beşşar Esad'ın Suriye'sine, Prens Abdullah'ın Suudi Arabistan'ından Castro'nun Küba'sına kadar farklı coğrafyalardan ülkeler ve o ülke haritası üzerinde de adı geçen liderlerin resimleri var. Parisliler, her sabah işe, her akşam eve giderken basın özgürlüğünü ayaklar altına alan bu ülkeleri ve liderlerin resimlerini çiğniyor. Bu haritada iki ülke de, Genelkurmay Başkanı düzeyinde aşağılanıyor. Türkiye ve İsrail!... Maalesef bizim Genelkurmay Başkanı'mız Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun resmi ve Türkiye topraklarının haritası da ayaklar altında. Yani benzerine ancak tarih kitaplarında ve o da tevatür bahsinde rastlanabilecek bir şey, Avrupa'nın göbeğinde başımıza gelmiş bulunuyor. Savaşta da falan değiliz üstelik... Bu tabloya bakıp ister, sabah akşam modern dünyanın onurlu bir üyesi olma taframıza rağmen Saddamlarla, Esadlarla, Castrolarla aynı kefeye konulmamıza, ister de aday olduğumuz Avrupa Birliği'nin lokomotif ülkelerinden birisinin bize Hanyayı Konyayı gösterdiğine yanalım. İkisi de aynı kapıya çıkar. Le Pen'den ders üzerine ders çıkaran Türk medyası ve kanaat önderliği; herhalde bizi daha çok ilgilendiren bu olayı adamakıllı analiz etmek yerine hemen kılıç kuşanıp savaş borusu öttürmekte gecikmedi. Üstelik bunu da, dün "ak" dediğine bugün "kara" deme pahasına, içine düştüğü tutarsızlığa aldırmadan, bu ülkenin demokratikleşme, ve özgürleşme gibi talepleri yokmuşcasına, yani, Türkiye'de basın özgürlüğü varmışcasına yaptı... Bu harita sembolik bir uyarı olarak kabul edilip geçiştirilebilir ya da milli onur meselesi yapılabilir. Nasıl algılanırsa algılansın önce bu sembol ya da hakaretin ne anlama geldiğini kavramaya çalışalım... Medyadaki illüzyon, STGÖ'nün Türkiye'yi "159 ve 312'deki değişikler yetersiz olması, devlet organlarına karşı yapılan her eleştirinin hala suç sayılması ve hala bazı gazetecilerin cezaevlerinde bulunması nedeniyle" suçladığını gerçeğini değiştirmiyor. Ve, Le Pen hadisesinden haftalarca süren dersler çıkıyorsa, Kıvrıkoğlu'nun resminin ayaklar altına alınmasından dolu dolu bir master müfredatı çıkacağı, apaçık görülüyor. Müfredatın girişine de, zihinlere kazınsın diye açıkça, "anayasal ve demokratik" bir ülke olan Türkiye'nin, ortaklık talebiyle sınırlarına dayandığı Avrupa ve dünya tarafından Genelkurmay Başkanı tarafından temsil edilen bir ülke olarak görüldüğü gerçeğinin yazılması gerekiyor. En az, bir Türk subayının resmini ayaklar altına alınması kadar onur kırıcı olan işte bu gerçektir. Dünyanın, Türkiye'yi siyaset kurumu askerin emrinde olan, yasa değişikleri askerin istediği miktarda yapılan, gazetecileri askerin talimatıyla hapse gönderilen bir ülke olarak görüyor olmasıdır, onur kırıcı olan. En az bunun kadar utanç verici olan, birkaç ay önce 312 ile 159 değişirken, birkaç yıl önce Fikret Başkaya'lar Nureddin Şirin'ler hapse atılırken, hatta bugün RTÜK Yasası çıkartılırken verilen savaşta; işlerin demokrasi ve hukuk değil, siyaset dışı unsurların direktifleriyle yapıldığının dünyaya ilan edilmiş olmasıdır. O resmi ve o haritayı kaldırmak için uğraşırken, dönüp bir de ellerini ayaklarını prangaladığımız demokrasiyi özgürleştirmenin yolunu arayalım. İmajını rejim ile eşitleyen Genelkurmay Başkanı'nın içinde bulunduğu konumu da; bu eşitlik imajına göz yumanları, yani halk iradesinden aldıkları yetkiyi çar-çur edenleri de sorgulayalım. Şunu biliyoruz ki o resmi hafifçe kenarından kaldırırsanız altından, kimi yüzeyde kimi derinde, kimi siyasi kimi gayri-siyasi birçok pişkin portre çıkacaktır. Hal böyleyken "apoletli medyayı" cepheye salıp, savaş boruları öttürmek boşuna. Dünya, kendi kendimize oynadığımız oyuna demokrasi adını vermiyor, bunu artık görelim. Mesela, Fransa demokrasiden sadece Le Pen'i sandığa gömmeyi anlamıyor, Avrupa ve dünya için tek tehlike Bin Ladin, Saddam ya da Şaron değil. Demokrasi, sadece iki korkuyu bertaraf etme üzerine değil, bütün insanların özgürlüklerini teminat altına alma prensibi üzerine kurulan sistemin adıdır. Demokrasiyi, korkularınızla törpülerseniz, haklıların değil güçlülerin hukukunu uygulamayı alışkanlık haline getirirseniz, adınızın ne olursa olsun siz de dünya için bir "kaygı" olmaktan kurtulamıyorsunuz. İşimize yarayan kısmını sular seller gibi ezberleyip papağan gibi okuduktan sonra, sıra zor kısmına gelince, dersi asma numarası da artık iyice bayatladı. Sonunda, böyle tahtaya adımızı yazıyorlar...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |