|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dün yazamadım. Başladığım yazı yarım kaldı. Henüz başlığı bile yoktu ve gün boyu "Durgunsun sular gibi..." şarkısının muhatabıydım. Hiç umursamayın, fazla bir şey kaçırmış sayılmazsınız. Belki ufak bir tebessümdür kaçan; hepsi o kadar. Merak ederek arayıp soranlara teşekkür. Telefonlara Ayfer Hanım cevap vermiş, sebebini öğrenmek isteyenlere "Bilmiyorum" demiş. Ben biliyor muyum? Üzerinize afiyet desem, değil. Konu sıkıntısı desem, hiç değil. Kürşat Bumin gelmiş oturmuştu masama ben içeride adımlarken. Döndüğümde, kahvesini yudumluyordu. Ama bu da bahane sayılmaz. Yarım saatlik hoşbeşten sonra gitmişti zaten. Bir yolculuğa çıkmıştım... Müsait bir vesaitle çıkılan türden değil; bir iç yolculuğu. Sarp yollardan geçtim, inişli çıkışlı... Tüneller, geçitler, köprüler aştım. Zorlu bir yolculuktu. Böylesi çetin yolculuklara hep yalnız çıkılır, bilirsiniz. O yüzden, dünkü diyaloglar, bir vakit sonra monolog haline ve nihayet "zirolog" haline dönüştü. "Suskunluk" demek istiyorum. Ben içimdeki kalabalıkla konuşurken, çevremdekiler, kendi haline terkedilmesi gereken biri olduğumu herhalde anlıyordu. 6 Mayıs, babamın ölüm yıldönümüydü.
Sevgili dostlar; sevinci, neşeyi, kederi, her şeyi paylaşıyoruz burada. Rüyaları bile. Bu yüzden teşekkür borçluyum size. Ama "Bunlardan bana ne?" derseniz, özür de dileyebilirim. Çünkü çıktığım o yolculuk henüz bitmiş sayılmaz. Konuşmaya değer olanlarla konuşmazsan, insanları yitirirsin. Konuşmaya değer olmayanlarla konuşursan, kelimeleri yitirirsin... Konfüçyus böyle söylüyor. Ne insanları (sizi) yitirmek istiyorum, ne kelimeleri.
...... - ......
Nereden başlayıp nasıl yazacağımı bilemiyorum. Bugüne kadar birçok arkadaşım, uzak yakın akrabalarım vefat etti. Her ölüm, üzüyor insanı. Ama ilk defa bu kadar büyük oldu üzüntüm. Babamı kaybettim. Şüphesiz hiç kimse kalıcı değil Dünya'da. Her insan ölüme muhtaç. Yaklaşık bir yıldır rahatsızdı. Hastalığının ölümcül olduğunu bilmediği için, son güne kadar iyileşmeyi ümit ediyordu. Belki de o yüzden doktorların dediğinden daha uzun yaşadı. "Sizin hiç babanız öldü mü?" diyen şaire, şimdi "Evet" diyorum, "Benim de babam öldü!.." Onunla beraber benim de bir tarafım gitti. Geride, yaptığı güzel işler, diktiği ağaçlar, öğütleri, hatıraları ve tebessümü kaldı. Şakayı severdi. Saat dokuzu beş geçerken son nefesini verdi. İki tarih arasındaki kısa çizginin anlamı ve önemi ne kadarsa, insan hayatının anlamı da işte o kadar. O kısa çizgide ifadesini bulan dünya hayatı, ister mutlulukla, ister çileyle geçsin, iyi bir insan için, pek uzun olması istenen bir şey değildir. Sevgili babam Bilâl Şeker, benim için bir bilge kadar değerli, eşsiz bir insandı. Bundan sonra kime ne danışacağım, başım sıkıştığında kimden yardım isteyeceğim, bilemiyorum. Mekânı cennet olsun.
Kaçınızın babası öldü?
Bu yazı, babası ölmüş olanların duygularını paylaşmak, ölmemiş olanlara da bazı uyarılarda bulunmak için yazıldı. Ve, "arkadaşımız Mehmet Şeker'in babası vefat etmiştir..." şeklindeki ölüm ilanlarından yola çıkılarak. Aynı ilan birbuçuk ay önce, bir başka gazetede, "arkadaşımız Mustafa Şeker'in babası..." şeklinde de verilmişti. Her gün onlarcasını gördüğümüz, hatta, kimilerinin metnini kaleme aldığımız ölüm ilanları, tanıdığımız birine ait olunca ne farklı oluyormuş meğer. O sekiz puntolu o siyah çerçeveler ve kalın fontlarla yatılmış ölüm ilanları... Babası ölmemiş olanlara tavsiyem şu: "Günlük hayatın bütün kavgaları ve babaların tüm huysuzluklarına rağmen onları sevin." Çok geç olmadan sevginizi gösterin. Babası ölmüş olanların hepsinin ve dostum Mehmet Şeker'in duygularını da paylaşıyorum. Ona, pek sevdiği yöresel kelimelerle başsağlığı dilemek istiyorum. Güney Türkmenleri'nin dediği gibi, "Emir Allah'ın Mehmet."
Kim halka hâkim olursa, onun tabiatı yumuşak, tavır ve hareketi âdilâne olmalıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |