T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bedel ödemek

Türkiye'de şu değerlendirmeye sık rastlarsınız: "İç dinamiklerle ülkenin gerçek anlamda demokratikleşmesi mümkün değil. Ekonomiyi de rasyonel temellere iç dinamiklerle oturtmak mümkün olmuyor. Bu yüzden demokratikleşmek için AB'nin, ekonomiyi rasyonel çerçeveye oturtmak için de İMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların güdümlemesine ihtiyaç var. Ve bu yüzden, bu güdümlemelerden rahatsız olmamak gerekir."

Bazan tıkanıyor, daralıyor, bunalıyor, hak da veriyorsunuz bu değerlendirmelere. Sonra ödediğiniz bedellere bakıp pişman oluyor, sonra yeniden bunalıyor, yeniden hak veriyorsunuz. Bir kısır döngü içinde akıp gidiyor zaman.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün, Paris Saint Lazare Garı'nın girişine dünya haritası yayıp, "Basın üzgürlüğünü ayaklar altına alan ülkeler"i işaretlemeleri ve bu ülkelerin sembol şahsiyetlerinin fotoğraflarını koyup, insanların çiğnemelerine sunmaları karşısında ne hissedersiniz? Ben burukluk hissettim içimde. Orada Türkiye haritasının bulunması da içimi ezdi, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun fotoğrafının yer alması da... Oysa, bu örgütün Türkiye'deki basın özgürlüğü mağdurları içinde saydığı Nureddin Şirin ismi derin bir yara benim için. 17 yıla mahkum olmuş bir yazar Nureddin Şirin. Türkiye'de bulunmayan bir örgütün "tali elemanı" suçlamasıyla tam 17 yıl... Sincan balans ayarı sürecinde bir kurban. Unutup gidiyorsunuz hay-huy içinde... Ve bir uluslararası örgüt çıkıyor, "Orada Nureddin Şirin var" diyor. Hiçbir ideolojik yakınlığı olmamasına rağmen. Benim ve dünyanın gündemine taşıyor Nureddin Şirin'i... Yani bir bakıma "Türkiye'de yapılan her işin dünyadan bakıldığında doğru görülmediğini" vurguluyor. Benim yarama sahip çıkıyor. Ona ne diyebilirim?

Ama içimde buruk duygular var.

Ayaklar altına atılan benim ülkem ve benim ülkemde Genelkurmay Başkanlığı görevini deruhde eden bir insan. Neden bu halde görülsün benim ülkem, ülkemin insanları?

Ama bu bir vakıa.

Bugün, Türkiye'de okuma imkanları ellerinden alındığı için dünyanın pek çok yerine eğitim için gitmiş başörtülü öğrenciler var. Dünyanın bilmem hangi örgütü kalksa, bu konuda bir "Dünyada Eğitim ve İnanç Özgürlüğü Raporu" hazırlasa ve bunun ortaya çıkaracağı utanç verici tabloyu insanlığın bilgisine sunsa, ülkemden birilerini sorumlu olarak ilan etse ben ne yapmalıyım? Biliyorum ki, değişik ülkelerde insanlar kıyafet düzenlemesine hayret ediyorlar. Bunun için genç insanların önünün kesilmesini anlayamıyor, saçma buluyorlar.

Ve ben bunu iç dinamiklerle değiştiremiyorum. İşte 72 gündür İHL'li kız çocukları okullarına giremiyor, bir çok çoğunun kaydı silindi. Kimi illerde disiplin komiteleri, gençlerin eğitim hayatını testere gibi biçiyor. Milletvekilleri bile suskun, çaresiz, "Bizi aşıyor" diyorlar...

Milletvekilleri: Bu mesele bizi aşıyor!!!

Alın RTÜK Kanunu Tasarısını.

Sadece Milletvekillerini değil, neredeyse hükümeti bile aşıyor. Suskun bir Meclis... Eller kaldırılacaaak, kaldır. Eller indirileceeek, indir!

Ne kadar garip bir durum değil mi?

İşte, milletvekillerinin "bizi aşıyor" dediği bir ülkede, dünya, başka güç odaklarının etkinliğini arıyor...

RTÜK Başkanı "Medya patronları hükümeti tehdit ediyor" diye çığlık atıyor.

Yarın bir uluslararası medya örgütü çıksa, İtalya haritasının üstüne Berlusconi'yi, Türkiye haritasının üstüne kartelcilerin fotoğrafını koysa ve bunu meydan meydan teşhir etse Türkiye adına ne hissederiz?

Bakın, 6 kere gidip 7 kere gelmekle öğünen bir siyaset adamımız ne diyor:

"-Türkiye'de siyasetçi askerlerden korkar!"

Hemen ilave ediyor:

"-Benim korku diye bir olayım yoktur."

Herhalde "işit de inanma" sözü tam bu durum için söylenmiştir. Çünkü bunu söyleyen kişi, iki kere iktidardayken askeri müdahaleye muhatab olmuş, üçüncü ve örtülü müdahalede ise, müdahale ile bütünleşmiştir. "Ben korkmam... Hem askeri müdahaleler bana değil, rejime yapıldı. " İyi.

Peki ötekiler niye korkar? İşte cevabı:

"-1960 olayı orta yerdeyken, Türkiye'de bu korkuların kolay kolay geçmesi mümkün değil. Siz seçilmiş parlamentoyu hapishaneye götürürseniz, seçilmiş başbakanı götürür asarsanız ve sonra da getirir bir anayasa korsanız ve bunu ülkenin entellektüelleri ve halk olarak alkışlarsanız, bana 2000'de gelip asker bu ülkede ne kadar siyasete hakimdir sorusunu sormayın." (Süleyman Demirel, Neşe Düzel ile yapılan mülakat, Radikal, 6 mayıs 2002)

Buna benzer bir cümleyi 28 Şubat konusunda Erbakan da çok rahat kurardı değil mi? Hatta meşrulaştıranlar içine "Cumhurbaşkanı"nı da katarak...

"Türkiye'de siyasetçi askerlerden korkar."

Bunun altını Türkiye'nin duayen bir siyasetçisinin sözleriyle çiziyorsak bugün, Paris Saint Lazare Garı'nın giriş zeminine içimizi burkacak harita ve fotoğraflar yayılmasına şaşmamamız lazım.

Bunun anlamı "Türkiye'de olan bitenlerden siyasetçinin sınırlı sorumluluğu var" demektir.

O zaman dünya her kritik, her tartışmalı, her makulü zorlayan uygulamanın arkasında başka bir gücün etkinliğini arıyor.

Hep şunu söylüyorum:

-Askere bir bedel ödetiliyor.

Bakın, başörtüsü yasağının arkasında DSP'li küçük bir grup dışında neredeyse siyasetçi yok. Peki nasıl sürüyor bu yasak?

Bedeli asker ödesin! Halkın duyguları, tepkileri varıp askere çarpsın... Dünya askeri hedef alsın...

Hep şunu söylüyorum:

-Bu bedel askere ödetilmemeli. Ordu her ülkeye lazım ve her ülkede saygın bir konumda kalmalı. Toplum, mağduriyetlerinden askeri sorumlu tutacak bir noktaya sürüklenmemeli. Bunun için siyaset var.

Orada, Paris'te bir harita, bizim haritamız ayaklar altında çiğneniyor. Ve bizim bir insanımız... Her geçen üzerimize basıyor. Ne garip, günlerdir gündemde olan olaya ilk tepki gene siyasetten, yani hükümetten değil, Genelkurmay'dan geliyor, sanki Türkiye'de tek sözcü Genelkurmaymış gibi... Türkiye adına böyle bir görüntü algılamasına yol açan Ankara'nın tüm karar vericilerini kınıyorum.

İç dinamiklerle gerçek demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne sahip bir ülke haline gelemedikçe, dünyada yakamızdan yapışıp bizi sarsan daha çok insan ve örgüt çıkacak... Onlarla savaşmadan önce kendimize bakalım.

Orada Nureddin Şirin duruyor, ötede başörtülü çocuklar "okulumuzu istiyoruz" diye çığlık atıyor... Ve RTÜK dayatması...


9 Mayıs 2002
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED