|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, herhalde "Türkiye" konusunda fazla bilgi sahibi değil.. Türkiye'de "Basın Özgürlüğü"nün ne engeli, ne de tehdididir Orgeneral Kıvrıkoğlu.. Mesela, medyaya tekelleşmeyi getirecek olan, yerel medyayı yok edecek ve interneti sansürleyecek olan "RTÜK Kanunu"nu, Orgeneral Kıvrıkoğlu mu savunuyor?.. Ayrıca Org. Kıvrıkoğlu, sadece şeffaflıktan yana değil, kendisi de şeffaf olan bir komutan.. Her resepsiyonda, aklında ne varsa açık açık söylemiyor mu? Yani "Sınır Tanımayan Gazeteciler", Org. Kıvrıkoğlu'nu Türkiye'deki basın özgürlüğünün yokluğunun sebebi olarak göstermekle, sadece nezaketsizlik değil, bilgisizlik de etmişler.. Ancak, bizim Genelkurmay'ın da, bu olayı bir "Askeri-diplomatik kriz"e dönüştürüp, Fransa ile ilişkileri gerginleştirmesi de, doğru bir yöntem değil.. Çünkü bu nezaketsizliği ve yanlışı yapan kuruluş, bir "Sivil Toplum Örgütü".. Bunlar aynı şeyleri, çoğu zaman Fransız Devleti'nin yöneticilerine de yaparlar.. Bizdeki bir Sivil Toplum Örgütü de, bir tren istasyonuna, Chirac ve Le Pen'in ilk turda aldıkları oy oranlarını gösteren bir tablo yerleştirip, "2'nci Vichy mi" falan yazsalardı, daha etkili olurdu? Aslında Fransız diplomasisi, bu tür reaksiyonlardan daha çok anlar.. Osmanlı diplomatları da, bunu çok iyi bilirlerdi.. Bir olay var tarihte mesela.. Osmanlı İmparatorluğu'nda, devletin ve diplomasinin hiyerarşisi, Boğaziçi'ndeki kayıkların kürek sayısı ile de belirlenirdi.. Mesela Fransız İmparatoriçesi Eugeni, 1869'da İstanbul'a geldiğinde, Sultan Abdülaziz, onu 13 çifte-kürekli bir saltanat kayığı ile karşılamıştır. Aynı Abdülaziz, tahttan indirilip Topkapı Sarayı'na giderken, 3-çifte kürekli bir kayığa bindirilmiştir.. Osmanlı'da Sadrazamlar ve Şeyhülislam'ların makam kayıkları 7-çifte küreklidir.. Elçilik kayıklarının kürek sayısını ise, Bab-ı Ali "5 çifte" olarak saptamıştır.. 1860'ta, İstanbul'daki Fransız elçisi Marki de la Valette, Boğaz'da 7-çifte kürekli bir kayıkla gezmeye başlar. Hemen Osmanlı diplomasisi, misilleme yapar.. Paris'teki Türk elçisi Ahmet Vefik Paşa, Fransa İmparatoru 3'üncü Napolyon'un beyaz saltanat arabasının eşini yaptırıp, onunla Paris caddelerine çıkar.. Bunun üzerine Fransa, durumu bir nevi protesto eder. Karşılıklı yazışmalar sonucu, İstanbul'daki Fransız elçisi 7-çifte kürekli kayığı bırakır, Ahmet Vefik Paşa da, arabasını siyaha boyatır.. Hep yazar, hep söylerim.. Yazılı hafızamız olmadığı için, bizim için "Tarih", geçen hafta anlamına geliyor.. Geçen yüzyıl hiç yaşanmamış gibi. Şimdi Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkilerin "Kriz"e dönüşmesinden söz ediliyor ya.. Eskiden, yani belki geçen haftaya kadar, "Kriz" yerine "Buhran" kelimesi de kullanılırdı.. Bu kelime de 1850'de, Keçecizade Fuad Paşa'nın Kanlıca'daki yalısında bulunmuş. O zaman da Hazine iflas etmiş.. İMF olmadığı için, bir rapor hazırlayıp, Fransa ve İngiltere'den borç istemeyi tasarlamışlar.. Ama bu raporun Padişah'a sunulacak olan Türkçe metni için, Fransızca "Kriz" kelimesini uygun görmemişler.. Tarihçi Cevdet Paşa, "Buhran" diyelim demiş, kabul edilmiş.. Bu "Buhran"larımız "Kriz" oldu, "Bunalım" oldu, kimbilir daha neler olacak.. Ama bitirmemiz galiba imkansız..
ŞAKA
Rakamları görebilmek!..
Adam banyodaki terazinin üstüne çıkmış tartılıyordu.. Tartılırken de, göbeğini içeri çekiyordu.. Onu izleyen eşi, alay etti..
RTÜK'ÜNÜZ SİZİN OLSUN!..
Doyumsuz Oburluk, bu bölgede tehlikeli!..
Medyadaki tekelleşmeyi savunmak ve interneti sansürlemek için, buna karşı olanları "Dinci" veya "Cemaat Medyası" diye aşağılamak güzel.. Güzel de, bunu kişi başına gelir payı 2000 dolar civarında olan, insan hak ve özgürlükler düzeyi Ortadoğu'ya yakışır konumda bulunan bir ülkede yapıyorsun.. Bu bölgede, böyle büyük çoğunlukların dikkatini ve hatta nefretini çekecek bir "Doyumsuz Servet ve Güç Oburluğu", uzun vadede kimseye hayır getirmez.. Bütün medya sizin olacak.. Televizyon kanalları da, dağıtım da, ilan ve reklamlar da, devlet ihaleleri de size çalışacak.. Sizin için özel kanunlar çıkacak.. Ne rekabet, ne hukuk, ne çalışma özgürlüğü tanıyacaksınız. Sonra da, "Bu yanlıştır" diyenlere, "dinci" ya da "medya cemaati" diyeceksiniz.. Yaşadığımız günler, "Doyumsuz Oburlar"ın, sonu acıklı biten öyküleriyle dolu.. Ben olsam, gerçekten farklı davranırdım..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |