|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sağlık durumu elvermediği için Bülent Bey'in siyaseti bırakabileceği konuşuluyor. Gizli, kuytu, ücra köşelerde değil, alenen. Çeken bilir. Sağlık problemleri öyle zorludur ki, başına gelmeyen anlamaz. Ülkemizin Başbakanlık görevini yürüten kimseyi değil, herhangi birinin bile rahatsızlığı karşısında üzüntü duyar vicdan sahibi olanlar; ve o yüzden "Allah düşmanıma bile vermesin" sözünü kullanırlar. Her ne kadar zaman zaman eleştirsek de, ülkemizin başındaki kişinin sağlıklı olmasını isteriz. Her ne kadar Bülent Bey olmadan da işler yürüyebiliyor olsa bile... Her ne kadar... Sahi, bu zorunlu izin daha ne kadar sürecek? Geçen gün görevinin başına döneceği açıklanan Bülent Bey, "Ters bir hareketten dolayı sırtımda bir adale tutulması oldu. Ne zaman göreve başlayacağıma dair kesin bir bilgi veremiyorum" dedi. Doktorlar da veremiyor. Ters bir hareket yaptığını sanıyor kendisi. Aslında o kadar çok ters hareket yapıldı ki, milletin beli tutuldu! Belki konuşulanların gerçeklik payı vardır ve Bülent Bey siyaseti bırakır. Ya da siyaset onu. Dileriz ki her iki halde de kazanan memleket olur. Yoksa, gelen gideni aratacaksa, ört yorganı ben ölem!
GÜZEL BİR AT
Bir gün iki çocuklu bir aile gezintiye çıkar. Çocuklardan biri yorulur ve babasının kendisini kucağına almasını ister. Baba da yorgun olduğunu söyler. Çocuk ağlamaya başlar. Baba bir tek kelime söylemeden ağaçtan bir dal keser, dalı bıçakla düzeltir ve oğluna verir: "Al oğlum sana güzel bir at" der. Çocuk sevinçle ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak evin yolunu tutar. Baba gülerek kızına; "İşte hayat budur kızım. Bazen zihnen veya bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neş'e ile yoluna devam et... Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir şiir, bir çiçek, bir çocuğun tebessümü olabilir." Etrafa bakıp da böyle bir atı arayan herkes bulabilir. Şunu daima hatırlayınız ki, hayatın ne kadar zor olduğunu düşünürseniz, hayat bir o kadar imkansızlaşır. Prof. Dr. Murray Banks'tan gönderen Dr. Bülent İ. Goncaloğlu'na teşekkür.
Müzeye giriş
Bülent Sadıkoğlu, hafta sonu arkadaşlarıyla İstanbul'un tarihi yerlerini gezip görmek istemiş. Önce Topkapı Sarayı'na gitmişler. Bilet almak için sıraya girdiklerinde, söylenen ücretlerden dolayı dudakları uçuklamış. Sarayı üç bölüme ayırmışlar. Hazine, Müze, Harem. Her bölüm için onbeş milyon giriş ücreti. Üç bölümü de görmek isteyen, kişi başına kırkbeş milyon verecek. "Biz beş kişiydik" diyor, "Toplam 225 milyon vermemiz gerekiyordu." Ayasofya'ya gitmişler, orada da fiyatlar aynı. Yerebatan Sarnıcı biraz düşük: Sekiz milyon. Hiçbirine girmeden dönmüşler. Dolmabahçe Sarayı'na gidilip oradaki fiyatlar kontrol edilmiş. Orası da iki bölüme ayrılmış: Haremlik ve Selamlık. Giriş ücreti altışardan on iki milyon. 'Kaç kişi ödeyebilir bu ücretleri?' diye sorup şöyle devam ediyor Sadıkoğlu: - Görülmesi gereken daha pek- çok yer var ve biz gitmeye korktuk. Beylerbeyi Sarayı'na gidelim dedik ama daha fazla hayal kırıklığı yaşamak istemedik. Kendi tarihini tanımak isteyen ve çoğunluğu dar gelirli olan insanlar buraların yanından geçmeye bile korkar! Dünyanın her yerinden çeşit çeşit insanlar bu eşsiz kültürümüzü görmeye gelirken, biz geçmişimizi tarihimizi tanıyamıyoruz. Sonra da halkı, gençleri ilgisizlikle suçluyoruz. Tablo ortada! Asıl kabahat kimin?
Mail: Posta
Gazetemizin Bilişimcibaşısı Melih Bayram Dede anlatıyor: "Gazetedeki haberlerde 'e-posta' yerine 'e-mail' kullanılması beni rahatsız ediyordu. Haberlerde buna dikkat edip, mutlaka düzeltiyordum. Bir gün, elime e-posta şirketleriyle ilgili bir haber geldi. İçinde çok fazla, 'e-mail' kelimesi geçtiği için otomatik olarak haberdeki tüm 'mail' kelimelerinin 'posta'ya dönüştürülmesi komutunu verdim. Bir de ne göreyim, ünlü e-posta şirketi 'Hotmail!', 'Hotposta!' olmuş!
GÜNÜN SÖZÜ
Düşman isterseniz, dostlarınızı geçmeye çalışınız. Dost isterseniz, bırakın, dostlarınız sizi geçsin.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |