|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Her şeyden önce, "Güncel dini meseleler istişari toplantısı" adı altında Diyanet'in organize ettiği toplantıdan çıkan sonuç ne içtihat kapısının açılması beklentilerini ne de dinde reform özlemlerini karşılar mahiyettedir. 38 maddelik sonuç bildirisinde ele alınan meselelerin seçimi ve de uzlaşılan sonuçlara bakıldığında içtihat anlamına gelecek dini bir hüküm ya da kimilerinin görmek istedikleri gibi bir dinde reform olabilecek radikal bir "yenilik" sözkonusu değil. Olsa olsa zaten var olan içtihat ve uygulamaların konjönktüre uygun biçimde yeniden gündeme taşınmasıdır. Tartışılması gereken temel sorun da bu konjönktüre uygunluk kaygısının şekillendirdiği ve hiç de dini olmayan tercihlerle gündeme getirilen meseleler ve bunlara yaklaşım tarzında yatıyor. Teker teker ele alındığında hayata ilişkin her şey dinin (İslam'ın) ilgi alanına girer. Ancak bu toplantıdan kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, bizatihi politik ve konjönktürel tercihlerin gölgesinde yapılmış olmasının doğuracağı sonuçlar daha önemli. Yoksa tek tek verilen hükümlerin doğruluğu-yanlışlığı değil bizzat yöntemin meşruiyet sorunu içermesi toplantının sonuçlarını da tartışmalı hale getiriyor. Veda hutbesinde Hz. Peygamber'in faizin yasaklandığını ilan eden bölümün çıkartıldığı bir dönemde, kızların okula gidemediği (sorunu başörtüsü yasağı olarak tanımlayamayacak ve 'cumhuriyet ve çağdaşlaşma konsepti' gibi tümüyle politik bir dil kullanarak) ortamda kadınların camiye, cenaze namazına gitmesinin teşvik edilmesini daha İslami bir toplum önermesi olarak okuyabilir miyiz? Veya Kur'an kurslarının kapatıldığı bir ortamda aslından okuyamayanların anadilde namaz kılabileceklerini gündeme getirmenin anlamı daha doğrusu siyaseti hakkında düşünmeden bu fetvaları teker teker okumayı anlamlı bulmuyorum. Böylesi uygulamaları zorunlu kılan siyasi iradeye bağlı kurumun öncülük ettiği bir toplantının sonuçları hakkında bizzat toplantının sosyo-politik veya dini-politik gerekçeleri göz önüne alınmadan sağlıklı değerlendirme imkanı ortadan kalkar. Yoksa tartışmayı, tek tek ne kararların doğruluğu ne de katılanların konumu gibi bir tartışmaya indirgemek yanıltıcı olabilir.
AB ve ABD ekseninde bir din
Güncel olarak Türkiye bağlamında din ve devlet ilişkilerine yönelik tartışmaları şekillendiren faktörleri iki düzlemde ele alabiliriz. İlki, 11 Eylül ve ABD'nin modern ve fundamental İslam ayrımına dayalı politikaları ve bu çerçevede gündeme gelen tartışma konuları. İkincisi, Türkiye -Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde şekillendirilmeye çalışılan din-devlet ilişkisi ve diyanet yapılanması. Son yıllardaki din tartışmalarını AB kriterlerine uygun bir din politikasının, buna bağlı olarak din/diyanet/kilise-devlet ilişkisinin şekillendirilmesi bağlamında okumak daha açıklayıcı olabilir. Alevilik tartışmalarından, dinde reform özlemlerine, imam-hatip okulu mevcudunun AB standartlarına çekilmesi (İspanya örneği ) tartışma ve uygulamaları bu ilişkilerden bağımsız ele alınamaz. Şerif Mardin'in Türkiye de din–devlet ilişkilerine değin yaptığı bir tespit hayli önemlidir; "laikliğin devam etmesinin sebebini, Kemalist ilkelerden destek alan periyodik askeri müdahalelerde aramamak gerekir. Çok daha önemli olan etken, laik sistemin yarattığı yeni bazı statülerdir." Mardin'in statü tespitine dış faktörlerin oluşturduğu (AB ve ABD kaynaklı) statüler/konseptler eklemeden reform rüyalarını yorumlamak imkansızlaşır. 1995 yılında NATO Genel Sekreteri Willy Cleas'ın "21. yüzyılda ABD ve Avrupa menfaatlerini tehdit edecek birinci öncelikli tehdit, İslam fundamentalizmidir" sözleri üzerinden çok geçmeden Türkiye'de postmodern darbe yaşandı. Daha sonra uygulamaya konan, laik seçkinlerin alkışladığı yasakları , toplum mühendisliğini bu tehdit konseptiyle ilişkilendirmeden olup biteni doğru okumak mümkün değildir. Ancak 11 Eylül sonrası yeni bir konsept daha gündeme geldi. 11 Eylül sonrası gelişmelere ilişkin kaygılarını belirten, muhalif bir dil geliştiren siyasetçi, aydın, yazar, stratejistlerin büyük kısmı daha çok olayın askeri boyutuna vurgu yaptılar. Görünüşte askeri boyut öne çıkmıştı: Afganistan bombalanıyor, sıranın nereye geldiği tartışılıyor, ABD dünyanın değişik bölgelerinde insan avına çıkıyor... Fakat uzun vadede Amerikan politikalarının askeri çözümler kadar İslam dünyasının kültürel dizaynı ile ilgilendiği gözden kaçırıldı. Amerika global toplum mühendisliğine hazırlanıyordu. 11 Eylül'ün hemen ertesinde Henry Kissinger'in yaptığı bir açıklamasını bu bağlamda ele almıştık. Kissinger'in, "Bundan böyle savaş sanıldığı gibi Batı ile İslam arasında değil, İslam'ın kendi içinde olacaktır. Fundamentalist İslam'la modern İslam arasındaki bir savaş yaşanacaktır " mealindeki sözleri ve bunu destekleyen başkalarınınkini de, Türkiye'nin postmodern darbe ile tecrübe ettiği türden bir toplum mühendisliğinin global ölçekte İslam dünyasında uygulamaya konulacağının bir işareti olarak okuyan çok az insan çıktı. 11 Eylül'ün global McCarthyizm üzerine kurulu yeni stratejisi İslam dünyasını daha derinden etkilemeye, küreselleşmeye uygun bir İslam anlayış ve yorumu şekillendirmeye yönelik bir operasyonu içerdiği zamanla daha iyi anlaşıldı. Örneğin Pakistan'da geleneksel dini eğitim kurumlarının kapatılması girişimleri, camilerin kontrol altına alınması gibi uygulamalar Afganistan bombalarıyla birlikte Lahor sokaklarında kendini gösterdi. Diyanet'in öncülüğünde gerçekleşen toplantıya katılanların böylesi büyük bir kumpanyanın parçaları olduğunu söylemek mümkün değil. Belki büyük kısmının gündeme konulan sahte başlıkları göğüslemeye çalıştıklarını belirtmek daha doğru olur. Ancak başta söylediğimiz anlamda dini konuların konjönktürel kaygılara heba edilmesi gibi metodolojik bir meşruiyet söz konusudur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |