|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
'Manzara'ya olumlu bakabilmek de mümkün. Başbakan Bülent Ecevit'in hastalığı, aslında Türkiye'de uzun zamandır beklenen 'siyasetçi kuşak değişikliği'ni gündeme hızla taşımaya başladı. Türkiye'de siyasetin 'Bülent Ecevit'li bir geleceği' olmadığı besbelliydi. Bunu defalarca dile de getirdik. Ancak, bu ülke 'yumurta kapıya gelmeden harekete geçmeyen' bir davranış kalıbına sahip. Sanki, herşey kağıt üzerindeki takvime uygun cereyan edecekmiş, Başbakan 'hasta değilmiş' ve 2004'e dek 'siyasi sistem' tıkır tıkır işleyecekmiş rehaveti söz konusuydu. Bu 'manzara'nın sanallığı, Başbakan'la ilgili dramatik gelişmelerle herkes tarafından farkedildi. Siyaset ve siyasetçi yenilenecek. Bu da besbelli. Alın Erkan Mumcu'nun ANAP'ta yarattığı dalgalandırmayı. Erkan Mumcu'nun, Mesut Yılmaz'a ilişkin, bir süredir 'Brutus' rolüne girdiği farkediliyordu. ANAP'lı genç siyasetçi, aradabir kamuoyu gündemine giren 'salvoları' ile zaten tanınıyordu. Fakat, her 'salvo'nun ardından Mesut Yılmaz, kah 'kulağını çekerek', kah 'himayesi altında tutarak', gündeme giriveren Erkan Mumcu'yu gündemden düşürüveriyordu. Bu kez, sanki farklı bir görüntü ortaya çıktı. Mumcu, doğrudan doğruya Mesut Yılmaz'a yüklendi; 'Sen bu işi (reformlar ve yenilenme) yapamayacaksan çekil, ben yaparım' diye meydan okudu. Sonuçta, Erkan Mumcu, 'Genel Başkan Vekilliği' ve Siyasi İşlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı sıfatlarından oldu ve Parlamento ile İlişkiler gibisinden geri hizmete kaydırıldı ya da kızağa çekildi. Erkan Mumcu'nun ANAP'a ve Genel Başkanı'na yönelttiği eleştiriler –ANAP'ın bir ihale şirketine dönüşmesinden, doğal gaz ve enerji konularındaki kara deliklere ve en son RTÜK Yasası'nda izlenen tutuma dek- kamuoyunda uzun süredir seslendiriliyordu. Mumcu, niçin bunları bu 'zamanlama' ile bir 'meydan okuma'ya dönüştürdü? Soru, bu. Akıllara iki soru takılıyor: Birincisi, acaba bir 'danışıklı dövüş' müdür? M.Ali Bayar'ın siyaset sahnesine çıkarak, ANAP'ın 'alanına dalması tehlikesi'ni, gündemi, ANAP'a ve Erkan Mumcu'nun şahsında bir başka 'genç ve yenilenmeci' siyaset adamı profiline çevirerek önleme hesabı mıdır? Yani, Mesut Yılmaz-Erkan Mumcu arasında bir 'rol dağılımı' mıdır? İkincisi ise, 'ihtilaf'ın gerçek olması ihtimali. Yani, Erkan Mumcu'nun aynı nedenlerden yola çıkarak, 'zamanının geldiği'ne hükmetmesi. 2002 ilkbaharında Erkan Mumcu'nun 'çıkışı'nın beklenmesi gerektiği, aylar öncesinden yakın çevresinden yayılıyordu. 'Siyaset denkleminde yenilenme'yi harekete geçiren M.Ali Bayar'ı cumartesi günü, Genel Başkanlığa getirildiği Demokrat Türkiye Partisi kongresinde izledik. Siyaset sahnesinde 'yeni isim enflasyonu'nun başgöstermeye başladığı şu günlerde onu 'özel' kılabilecek ne vardı? Çünkü, nereden bakılsa, 28 Şubat döneminin 'günahkar' ve 'mongoloid' doğmuş bir partisinin başına geliyordu. Nitekim, M.Ali Bayar'ın dinamizmi, 'siyasi hedefleri' ve 'hedef kitlesi' ile DTP arasındaki 'paradoks', kongre salonunda ayan beyan görünmekteydi. Öncelikle Türkiye'nin yüzde 70'ini oluşturan 30-35 yaşının altındaki gençlerine ve nüfusun yarısını meydana getiren kadınlara hitap etmek amacındaki genç ve yeni siyasetçinin seslendiği salonun delegelerinin beyaz saçlı olanları sayıca ağırlıktaydı. Tek tük kadınların arasında 'boyalı saçlı, konkenci' tipler, 28 Şubat'ın kutuplaştırıcı 'laikçiliği'ni temsil edercesine ön sıralara dağılmıştı. DTP delegeleri, 'mümkün olanın ancak imkansızı istemekle' gerçekleşebileceğini haykıran, 'hayaller'den; 'Türkiye'nin Türkiye'den daha büyük olduğu'nu anlatarak, ülkeye 'özgüven'i geri getireceğinden, siyasete itibarını iade etmekten ve en önemlisi 'asla yalan söylememekten, yapamayacağı şeyleri asla vaadetmemekten ve hep dürüst kalacağından' söz eden yeni ve genç liderlerine ayak uyduramayacaklarının bilincinde, yorgun, kayıtsız ve dahası 'mezar kazıcıları'nı dinlercesine kuşkuluydular. Haksız da sayılmazlardı. Bayar'ın ağzından çıkan her söz, -DP-AP geleneğine göndermeleri ve tarımdan, çiftçinin sorunlarından ve vergi politikalarından söz eden bölümler istisna tutulursa- adeta kongre salonunun 'reddi' gibiydi. Bayar'ın, kısmen 'eski'yi devralmak zorunda kaldığı Genel İdare Kurulu listesi de, sivil toplum örgütlerine ve yeni yüzlere doğru esneyen ve en önemlisi üçte biri kadın olan ve bu özellikleriyle DTP'nin mevcut yapısı ile ters istikamette bir 'şehir öncelikli' parti rotasına işaret ediyordu. DTP'nin piyasadaki partiler gibi 'iflah olabilmesi' imkansıza yakın bir ihtimal. Ne var ki, M.Ali Bayar'la birlikte, DTP'nin siyasi tarihimizde örneği 1960'lı yıllarda bir kez görülmüş olan bir durumun tekerrürü olabileceği de seziliyor. Alpaslan Türkeş ve arkadaşları, CKMP'yi (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) bir kongrede devralmışlar ve CKMP'den geçmişiyle hiçbir ilişkisi olmayan MHP'yi çıkartmışlardı. Buna benzer biçimde, M.Ali Bayar, seçime girme hakkı bulunan hazır ama kadavra haline gelmiş bir partiden 'kendi partisi'ni çıkartmaya çalışacak. GİK'te yer alan Alevi-sol entellektüel Reha Çamuroğlu'ndan Perpa Başkanı Mithat Yümlü'ye, Emre Gönen gibi AB uzmanı liberal entellektüellerden, yine AB uzmanı, Hazineci Pars Kutay gibi genç yönetici tipine, Koray Gönensin, Hakan Aksu gibi genç işadamlarına; Sema Küçüksöz gibi 'girişimci ve başarılı' kadın tipinden Doç.Dr. Sema Acuner ve Füsun Türkmen'e kadın akademisyenlere uzanan 'yenilikçi ve yeni siyasetçi yelpazesi', Bayar'ın o yöndeki ilk adımları olarak algılanabilir. DP'nin, AP'nin, hatta Turgut Özal'ın ANAP'ının, bu arada SHP'nin sayısız 'mirasçıları'nın siyaset sahnesini kalabalıklaştırdığı ve kalabalıklaştıracağı önümüzdeki günlerde; 'Türkiye'nin geleceği'ne gözünü diken ve bu 'geleceğin motoru' olabilecek kuşaklar ile Anadolu girişimcilerinin, ülkenin 'iş ve düşünce başkenti' İstanbul ile kuracakları dengeyi oluşturabilenlerin önü açık olacak. Türkiye'nin 'Ankara merkezli' siyaseti, Başkent Hastanesi'nde tedavi altındayken; 'Türkiye'nin tedavisi', 'Anadolu-İstanbul ekseni'nde 'yeni siyaset'le mümkün olacağa benziyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |