|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şevket Süreyya Aydemir, "IX. Ordu Kıtaatı Müfettişi, Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyâri Mirlivâ (Tümgeneral) Mustafa Kemal" ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışlarıyla başlayan yolculuğun Havza durağını anlatıyor: "Mustafa Kemal, Havza'da basit bir otele, Mesudiye Oteli'ne yerleşir. Maiyeti için Ali Osman Ağaların konağı ayrılır. İşte bu küçük kasabanın ve bu otelin, onun yolculuğunda önemli yeri vardır. Çünkü o, bu yolculukta ilk defa Havza'da halkın içine karışır. Gerçi askerlik hayatında, hepsi de halkın çocukları olan binlerce, on binlerce askere kumanda etmiştir. Ama asker başka, halk gene başkadır. Askere emredilir. Halkı ise inandırarak kazanmak lâzımdır. Kaldı ki 1919 Anadolusu'nda, halk bitkindir. Bezgindir. Yıllar yılı ardı arkası kesilmeyen savaşlardan, isyanlardan, karışıklıklardan, eşkıyalıktan bıkmıştır. Yemen'den, Basra'dan Trablus'a, Arnavutluk'a, Kürt içlerine kadar yalnız onu, Anadolu ve Rumeli'nin Türk halkını harcamışlardır. Mustafa Kemal'in Samsun-Havza yolunda ve bindiği hırpani Mercedes-Benz otomobili kim bilir kaçıncı defa bozulunca, yol kenarındaki tarlasında çift süren bir köylüyle konuşması, bu bakımdan ne kadar mânâlıdır: "-Hemşeri! Düşman Samsun'a asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat, toprağı sürüyorsun?... -Paşa, Paşa! Sen ne diyorsun? Biz üç kardaştık. İki de oğul vardı. Yemen'de, Kafkas'ta, Çanakkale'de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ile yetim, üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da, yurdum da, aha şu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye de benden hayır bekleme..." Tek Adam'ın ikinci cildinin 27. sayfasını okurken koyu harflerle gösterdiğim satırların altını çizmişim. 19 Mayıs 2002 tarihli Yeni Şafak'ta Evin Göktaş'ın "Emniyet'in YAŞ'ına askerlerden baskı" başlıklı haberinde Polis Şurası'nda emniyet teşkilâtındaki tayin-terfi işlerinde "MİT'in ve Genelkurmay'ın telkinlerine göre hareket edildi"ğini okurken, askerimizin devlet ve toplum düzeni içindeki konumunun başbakanın sağlığı kadar sorunlu olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Şimdi, Şevket Süreyya Aydemir'in yukarıdaki satırlarına yeniden bakarken "basit bir otel" ibaresine de takıldım. Havza'da o tarihte "basit olmayan bir otel" var mıydı ki, yazar "basit bir otel" demek gereğini duyuyor? Bu "basit" sıfatını, "Ali Osman Ağaların konağına göre basit" şeklinde anlamak mümkün mü diye de düşündüm ama metnin akışı, böyle bir yoruma elverişli görünmüyor. Bir de "... yalnız onu, Anadolu ve Rumeli'nin Türk halkını harcamışlardır." cümlesindeki "yalnız onu" ibaresinin doğruluğundan da, "harcamışlardır" fiilinin isabetli, yerinde bir fiil olduğundan da şüphe duyuyorum. Meselâ, Mustafa Kemal'in de görev aldığı ve binbaşılık rütbesine terfi ettiği, işgalci İtalyanlara karşı yürütülen Trablusgarp savaşında Arap halkı canla başla savaşmış, ölenleri şehit, kalanları gazi olmuştur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |