T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Liderlik yapamayan gider... Mesut Yılmaz da gidecektir!

ANAP diye bir parti vardı; dört eğilimin yapıştırma konsensusuna dayalı, ama yeni, "yenilikçi", siyasette teamül dışı görüşleri seslendiren bir parti...

Sekiz yıllık icraat dönemi Türkiye'nin çehresini değiştirmişti.

Ama, daha çok Özal'dı, Özal vizyonuydu partiye egemen olan.

Özal Cumhurbaşkanı olunca, Kahveci ve Güzel de bir şekilde "tasfiye" edilince, parti Mesut Yılmaz'a kaldı, konsensus dağıldı, büyü bozuldu.

ANAP, kısa sürede, "liberalizm"le "devletçilik" arasında salınan, kasaba eşrafının umut vehmettiği sıradan bir partiye dönüştü.

ANAP, ANAP olmaktan çıkmıştı.

Hep iktidardaydı, ama muktedir değildi.

Kötüsü, statükodan şekvacı görünmekle birlikte statükoyu savunuyor, siyasette eski alışkanlıkları dirilten bir çizgiye doğru kayıyordu.

Hatırlayacaksınız, 54. cumhuriyet hükümeti Haziran 1997'de "darbe tehdidi"yle düşürülünce, yerine toplama üyelerden mürekkep icazetli "Anasol-D" kurulmuştu.

Mesut Yılmaz, işte bu hükümetin Başbakanı'ydı.

Başbakan olarak icraatları, 28 Şubat yaptırımlarını hayata geçirmekten öte gidemedi; sekiz yıllık kesintisiz eğitim, vs...

Söz hükümette değil, apansız ortaya çıkan o namütenahi "irade"deydi.

28 Şubat muhtırası, brifingler serisi, BÇG'nin "fişleme düzeni" derken, iş siyaset kurumunun tasfiyesine kadar vardı.

Daha önce de darbeler olmuş, partiler kapatılmış, hatta bakanlar, başbakanlar asılmıştı, ama siyaset, belirleyici bir güç olarak varlığını korumuştu.

Yapılması gereken, bu nahoş "de facto" görüntüyü ortadan kaldırmak, siyaset üzerindeki militer görünürlüğe son vermekti.

Bu da öncelikle hükümetin ve parlamentonun göreviydi.

Ancak, Türkiye'nin "sivil" Başbakanı Mesut Yılmaz, askerî iradeyi parlamento üzerinde "meşru" bir güç konumuna yükselten vetireyi dikkate almadığı gibi, parlamentonun sivil siyaset arayışlarını da görmezlikten gelmeyi seçti.

Necmettin Erbakan'ın ziyaretinden sonra, gazetecilere yaptığı açıklama manidardır:

"Erbakan askere karşı sivil konsensus arıyor."

Tarih, parlamentonun "sivil siyaset" arayışını çelmeleyen, üstelik bunu "suç" sayan Yılmaz hakkındaki hükmünü, ANAP'ı siyasetsizliğe mahkum ederek verecekti/verdi.

Mesut Yılmaz, ANAP'ın varlık nedeni olan ilkelerin altını boşaltmakla kalmamış, yüzde 36'yla devraldığı partiyi önce yüzde 25'e, sonra yüzde 19'a, ardından, yüzde 13'e, en nihayetinde yüzde 5'e düşürmüştü.

Üstelik, iktidar avantajıyla girdiği tüm ana, ara ve yerel seçimleri kaybetmişti.

Partide birçok şey değişmişti, ama bir tek şey mukimdi:

Mesut Yılmaz'ın liderliği.

Erkan Mumcu, önceki gün Başkanlık Divanı'nda yaptığı konuşmada, Yılmaz'ın liderliğini tartışmaya açtı.

Üslubu sertti:

"Siz liderlik yapamazsanız, bunu yapacaklar var. Ya sorumluluğu üstlenirsiniz, ya da üstlenecek olanlara bırakırsınız."

Yılmaz'ın cevabı gecikmedi.

Önce "bu arkadaşın" (Mumcu'nun) muharrik tavrıyla alay eden bir açıklama yaptı, sonra da genel sekreterliğe bir yazı göndererek Başkanlık Divanı'nda görev değişikliğine gittiğini bildirdi.

Yani, "kötü çocuk" Mumcu'yu görevden aldı.

Mumcu, ekonomide işlerin kötüye gittiğini, Avrupa Birliği'ni savunan bir partinin AB normlarına aykırı bir yasaya (RTÜK Yasası'na) verdiği özel önemi "dehşetle karşıladığını" söyleyerek kendi sonunu hazırlamıştı zaten; ama bu, aynı zamanda Mesut Yılmaz'ın sonuydu.


21 Mayıs 2002
Salı
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED