|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DTP'nin yeni Genel Başkanı Mehmet Ali Bayar, medyanın, siyaseti nasıl manipüle ettiğini gösteren önemli bir örnek. Siyasetteki yeri dolayısıyla değil, sadece bu sebepten, makalelerimizde zaman zaman kendisine temas ediyoruz.
Özkök ve zihin karışıklığı
Yanlış bir sütundan takdimi yapıldı. Üstelik Ertuğrul Özkök, "Makûl çoğunluk, azgın azınlığa karşı" başlığını taşıyan (5 Nisan 2002-Hürriyet) makalesiyle, Bayar'ın uzlaşma arayışını da berhava etti. Onu kendi kampının adamı gibi gösterdi: "Azgın azınlık hoşgörüsüzdür. Kendisinden başka hiçbir görüşe tahammülü yoktur. Karşı fikri terörize edip susturur. Toplum içindeki nüfusları yüzde sıfır nokta bir şeydir; ama sesleri bunun binlerce katı çıkar. Sanırsınız Türkiye'nin hâkimi bunlardır... Aylardır azgın azınlığın panzehirini arıyordum. Mehmet Ali Bayar'la konuşurken buldum: 'Makûl çoğunluk' " Türkiye'de, medya Karteli, büyük sermaye ve siyasetçiden oluşan, sivil-asker bürokrasi destekli bir oligarşik yapı var. Özkök, makalesinde "makûl çoğunluk" ile, bu imtiyazlı yapıyı özdeşleştiriyor.
Mehmet Ali Bayar, politikaya maalesef yanlış kapıdan, 10'uncu Yıl Marşı eşliğinde girdi. Bu da yetmiyor gibi, inandırıcılığını kaybetmiş medyanın sütunlarında sık sık övülüyor, alkışlanıyor. Son örnek Milliyet'ten: "İletişim ve beden uzmanı Murat Toktamışoğlu, Mehmet Ali Bayar'ı analiz etti: Kıyafeti ve renk seçimi mükemmel. Konuşurken ellerini kullanması, açık ve sert mesajlar verdiğini gösteriyor. Elini iki şekilde kullanıyor. Aşağı yukarı sallayarak, bir de sanki tabanca işareti yaparak. Baş parmağının yukarıda olması, söylediği şeylerin önemli olduğunun, bunların yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Takım elbisesinin koyu füme olması, uyumu ve dengeyi simgeliyor. Beyaz gömleği ise, temizlik, saflık ve güveni. Kıravatı da dikkat çekiyordu. Mükemmel bir uyum" (19 Mayıs 2002 - Milliyet)
Erkan Mumcu
Anap Genel Başkan Vekili Erkan Mumcu'nun, Mesut Yılmaz'a meydan okuyan çıkışını görmezden gelen Kartel, (20 Mayıs 2002 tarihli gazeteler, konuyu özenle sansür etmişler) sütunlarını cömertçe Mehmet Ali Bayar'a açıyor. Onun vücut dili, herhalde iktidar ortağı bir partinin içinde filizlenen tartışmadan daha önemli!!! Madem Tayyip Erdoğan'ın karşısında bir rakip arıyorsunuz, kendiliğinden ortaya çıkan ve bazı doğruları seslendiren Erkan Mumcu'ya niçin sütunlarınızı kapatıyorsunuz? Mumcu'nun Mehmet Gazioğlu kadar siyasette ağırlığı yok mu? Ama hiç "merkez medya" Mesut Yılmaz'a karşı gelir mi? Mehmet Ali Bayar'ı, kendi adamları gibi görüyorlar. Oysa Erkan Mumcu, aksine, "kendi adamlarına", Mesut Yılmaz'a, meydan okuyan biri. Fakat yarın öbür gün, -hiç şüpheniz olmasın- tıpkı büyük gelecek vaad eden İlhan Kesici gibi, Mumcu da Anap'tan tasfiye edilecektir. Şimdiden Mesut Yılmaz onu başkan vekilliği görevinden aldı. Erkan Mumcu'nun belki "vücut dili"(!) değil ama, cümleleri etkileyici: "Halk Anap'ı güvenilmez görüyor. Yolsuzluklara bulaşmış, şirketleşmiş bir parti gibi görüyor. Eğer siz liderlik yapmazsanız, bunu yapacaklar var. Siz sorumluluğu üstlenmezseniz, üstlenecek olanlar gelir. Bir yandan AB sürecini savunacak, bir yandan AB kriterlerine uymayan RTÜK Yasası'nı savunacaksınız. Bu çelişkidir. Doğalgaz alımında yapılan hatalar, Türkiye'nin ihtiyacından fazlası için yapılan anlaşmalar, Türkiye'nin geleceği için birer kara delik olacaktır." (20.5.2002-Star)
Mumcu, aynen "azgın azınlığın"(!) konuştuğu gibi konuşuyor. Bu yüzden Kartel medyasının teveccühüne lâyık görülmüyor. O da, Nuriye Akman'a mülâkat veren Bayar gibi, RTÜK Yasası'nı yeterince tetkik etmediği bahanesiyle suskun kalsaydı, doğalgazdaki ihtiyacı aşan bağlantılardan söz edeceğine, yuvarlak, yusyuvarlak cümleler sarfedip, kimsenin nasırına basmasaydı, önde gelen kalemler tarafından övülürdü.
Yazarların övgüleri
Bakın seçkin köşe yazarları, siyasetin ufkunda doğan "son umut"u nasıl selâmlıyorlar: Güngör Mengi: "Mehmet Ali Bayar, parlak bir diplomatik geleceğini feda ederek ve ülkemizde siyasetin tehlikeli bir macera olduğunu bile bile DTP'nin Genel Başkanı oldu. Hem onun kahramanlığı, hem İsmet Sezgin'in özverisi, çoğalması özlenen iki örnek olarak alkışlanmayı hak ediyor. Genç yaşına rağmen çok yönlü birikimi ile daha seçilmeden toplumda umut yaratmayı başaran Bayar, dünkü kongre performansı ile 'lider' niteliklerine sahip bulunduğu inancını da verdi. Hedefleri doğru, mesajları net, hitabeti inandırıcı, sıcak ve güçlü idi." (19 Mayıs 2002-Sabah) Sedat Sertoğlu: "'Makul çoğunluğu iktidara taşımaya soyunmuş' bir diplomat. 'Halka asla yalan söylemeyeceğini taahhüt eden' bir isim. Türkiye'nin geleceğini değiştirmeye talip. Değişime inanıyor. Mehmet Ali Bayar'a artık resmen çıktığı bu yeni ve çok zor olan yolda başarılar diliyoruz." (19 Mayıs 2002 - Sabah) Yavuz Donat: "Mehmet Ali Bayar dün, kendi deyimiyle 'kongreyle kucaklaştı... Türkiye ile kucaklaştı' Ve 'Türkiye'nin büyük dönüşümüne katkı için' yürüyüşe başladı. Yolun açık olsun Bayar. Allah utandırmasın." (19 Mayıs 2002-Sabah) Hasan Cemal: "Böyle bir ortamda yakınmayı bir yana bırakıp, kırk yaşında sahaya inen Mehmet Ali Bayar'a başarılar diliyorum. Türkiye'nin siyasette yalnız yeni hayallere değil, yeni yüzlere ve taze kana ihtiyacı var çünkü." (19 Mayıs 2002 - Milliyet) Sedat Ergin: "İsmet Sezgin'in yerini Bayar'a bırakması Türkiye'de siyasetin kabuğunun çatladığına ve içinden sağlıklı ve enerji dolu yeni bir dokunun başgösterdiğine işaret ediyordu. Bayar'ın konuşmasındaki en can alıcı mesaj, şu cümlelerinin içinde yatıyordu: 'Asla yalan söylemeyeceğim. Asla yapmayacağım işlerin sözünü vermeyeceğim. Akıl ve bilimin gereklerini inkâr etmeyeceğim. Sonuna kadar dürüst kalacağım.' Bu yalan meselesi benim için önemli bir ilkti ve Bayar'ın verdiği sözün değeri yıllardır kongre kürsülerinden duymaya alışık olduğumuz şu vizyon meselesinin üstüne çıkıyordu. Ve ayrıca kürsüde yalan söyleyecek biri gibi durmayan genç bir adam vardı." (19 Mayıs 2002- Hürriyet)
Ecevit'in hastalığı
Türkiye son hızla bir seçim ortamına sürüklenirken, "seçkinler", henüz, iktidarda kendilerini temsil edecek adayı bulamadı. Mehmet Ali Bayar'ı parlatıyorlar ama, oy alabileceğinden fazla emin değiller. Eninde sonunda DTP'yi Anap ile birleştirip, sinerji yaratmayı düşünebilirler. Fakat bu arada hükûmet ayakta kalmalı. O yüzden, doktorların mecburen itiraf ettiği Ecevit'in "nörolojik hastalığı" pek kurcalanmıyor. Nedir bu nörolojik hastalık? Zihinde nasıl bir tesir bırakır? Alzheimer mi?.. Parkinson mu?.. Yoksa sadece miyasteni mi? Miyasteni ise, bu hastalığın tahribatı nedir? Kaburga kemiği kırığı miyasteni den mi, yoksa kortizondan mı kaynaklanıyor? Star gazetesinde, 19 Mayıs'ta çıkan fotoğrafta, Başbakan'ın elini kaldırmaya takatının kalmadığı görülüyordu. Ecevit elini kaldırıp, doktorun elini sıkamıyor. Rahşan Hanım, Ecevit'in kolunu tutuyor, kaldırıyor, böylece, doktor ile hastası el sıkışabiliyor. Ama gazetelere baksanız, Ecevit hastanede dosyaları inceliyor; telefonlarla konuşup, ülkeyi yönetiyor. Oysa, mecali kalmamış, bitkin vaziyette yatıyor. Ecevit siyasî ömrünü tamamladı. Son gücünü de RTÜK Yasası çıksın diye Meclis'te nöbet tutarken tüketti. Yıllarını siyasete vermiş bir liderin son icraatının, içine sinmeyen RTÜK Yasası olması ne acı! Ecevit bitti... Onu, Zigetvar dönüşü mumyalanan Kanuni Sultan Süleyman gibi "ayakta tutmaya" çalışmak, memlekete zarar verir.
Önümüzde birçok seçenek var: Hemen bir başbakan vekili tayin edilir. Seçim tarihi ilan edilir ve mevcut yapı ile seçime kadar işler yürütülmeye çalışılır. DYP de, koalisyonun içine alınır. İttifak kanunu çıkartılarak, partilerin aralarında anlaşmak suretiyle seçimlere girebilmelerinin yolu açılır. Meclis'te bütün partileri içine alacak bir hükûmet kurulur. Gerekli yasal değişiklikler sağlandıktan sonra (belki baraj da % 7'ye düşürülür) seçime gidilir.
İstikrar için
Bence Ecevit'in istifası, -sonradan atılacak adımlar belirlenirse- ülkeye istikrar getirir. Çünkü zaten herkes, onun gidici olduğunu biliyor. Gitmemesinin sebebi Rahşan Ecevit değil. Ecevit'ler bir bütün. Dikkat ederseniz Rahşan Ecevit, gazetecilere verdiği mülakatta "Kaburgamız kırıldı. Bizim hasta olmaya hakkımız yok mu? Şimdi acımız azaldı, ayağımızın ağrısı iyiye doğru gidiyor..." gibi cümleler kullanıyor. Acıyı, hastalığı paylaştıkları gibi, siyasi ihtirası da paylaşıyorlar. Hastalığı saklamalarının tek sebebi, iktidar hırsı. Bu yüzden bir ülkenin kaderiyle oynayabiliyorlar. Ekonomi bahane. Ecevit ekonomiyi abad mı etti ki, gitmesi sarsıntı yaratacak? Ya emr-i hak vaki olursa? Daha önce, Ecevit koltuğu bıraktı. Ama artık önünde bir gelecek yok. Bu yüzden ayrılamıyorlar. 1974'de, Kıbrıs Barış Harekatı'nı oya tahvil etmek gayesiyle başbakanlıktan ayrılmıştı. Seçimin yapılacağını ve tek başına iktidara geleceğini sanıyordu. 1979'da, ekonomiyi öylesine perişan ve berbat etmişti ki, seçim hezimeti ile daha da ağırlaşan bir ekonomik ve siyasi tabloyu taşıyamayacağını anladı. Bu yüzden ayrıldı. Bugün artık önünde yeni bir seçim yok. Bir gelecek de yok. Memleketini seven, önce vekâletin yolunu açardı. Böylece yumuşak ve sarsıntısız bir geçiş sağlanırdı. Ama Ecevit, kolunu kaldıracak hali olmamasına rağmen, Rahşan Hanım'ın gayretiyle dimdik ayakta duruyor. Zigetvar dönüşü Kanuni Sultan Süleyman gibi. Ama şu farkla; Kanuni'nin son seferi Zigetvar kuşatmasıydı. Ecevit'in son mücadelesi ise, içine hiç sinmeyen RTÜK Yasası oldu. Ne kötü bir jübile!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |