|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Asya'nın en ucundan, Avrupa Birliği'ne karşı '7 şart' ileri sürüldü. 'Kopenhag kriterleri'ne karşı, Ankara'daki 'merkez'in 'Ankara kriterleri'yle ayak sürüdüğünün farkındaydık ama 'merkez'in Türkiye'nin Avrupa yoluna koyduğu 'takoz' bunları 'Beijing şartları' olarak somutlaştırdı. Devlet Bahçeli'nin ortaya attığı '7 şart'ın, aslında tutumunu 'esnetme'ye ve geri adım atmak için 'pazarlık kapısı'nı açmaya çalıştığını öne sürenler de var. Öyle olup olmadığını kestirememekle birlikte, öne sürülen '7 şart'ın ipe sapa gelmediğini kolayca görebiliyoruz. 'Şartlar' şunlar: 1. Abdullah Öcalan dosyası derhal TBMM'ye sevkedilsin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararı ne olursa olsun, bu dosya hakkında yapılacak işlem TBMM'nin iradesine ve kararına bağlı olsun. 2. Öcalan, İmralı'dan F tipi cezaevine nakledilsin. 3. KADEK de AB tarafından terör örgütleri listesine alınsın. 'Avrupa Birliği terörle mücadele konusunda samimi ve kararlı olduğunu somut ve açık biçimde ortaya koymalıdır.' 4. PKK ve KADEK, terörden tamamen vazgeçtiğini inandırıcı biçimde duyurmalıdır. 'Yıllardır kanlı terörü acımasızca uygulayan PKK ve KADEK bundan tamamen vazgeçtiğini kamuoyuna inandırıcı bir şekilde açıklamalı ve bunu hareketleriyle göstermelidir.' 5. PKK (ya da KADEK) liderleri ve militanları derhal devlete teslim olmalıdırlar. Bu 'şartlar' neresinden tutulabilir ve ciddiye alınabilirler? Koca Türkiye'nin 'Başbakan Yardımcısı' sıfatı taşıyan bir siyasetçisi, en basitinden 'metodoloji'den nasibini hiç almamış. '7 şart'ın herbirinin adresi farklı. 'Birinci şart'ı kendisine ve koalisyon ortaklarına sunuyor. Öcalan dosyası, Başbakanlık'ta bekletiliyor ve böyle olmasının altında Bahçeli'nin kendi imzası var. İmzasını atmayabilirdi. Hiç değilse, böyle bir 'şart' koşacağına çekebilirdi. Ayrıca bu 'şart'ta, AİHM'nin vereceği kararı takmamak; yani Türkiye'nin yükümlülüklerini yerine getirmemek, 'hukuk'u kaale almamak zihniyeti ortaya konuyor. Böyle bir devlet adamlığı anlayışı olabilir mi? Bir de bu şahsın, 'Başbakan' makamına oturmasından söz ediliyor. Bu 'şart'la bu amaçtan 'istifası'nı şimdiden vermiş durumda. Kısacası, Bahçeli'nin 'birinci şartı' Türk hükümetine koşulmuş durumda. 'İkinci şart' da keza öyle. 'Üçüncü şart' ise AB'ye yöneltilmiş. 'Dördüncü' ve 'Beşinci şartlar' ise PKK'ya! Yani, bunların uygulanması ancak PKK'nın rızasıyla mümkün olabilir. 'Başbakan Yardımcısı' 7 şart koşuyor ve üç değişik adrese! İkisi Türk hükümetine, bir AB'ye, ikisi PKK'ya... Bir yönüyle bakıldığında, Türkiye'nin AB yolunun açılması, 'PKK'nın lütfu'na bağlanmış oluyor. Bu nasıl siyaset adamı böyle? Bu, bir 'esneme', bir 'açılım', bir 'pazarlık başlangıcı' ise bir 'büyük siyasi deha' ile karşı karşıyayız demektir. Geçiniz... Ancak, 'Türkçülük' konusunda 'pek duyarlı' gözüken Bahçeli'nin Çin'de bulunduğunu ve 'Uygur Türkleri'nin sorunlarını ya da MHP'lilerin anlayacağı dille 'Doğu Türkistan davası'nı rafa kaldırdığı ya da Beijing'e hediye ettiğini de bir yere not ediniz. Üç yıldır iktidarda olup, Norveç'te sürgünde yaşamak zorunda kalan ve Türkiye'ye sokulmayan Özbek Türk muhalefet lideri Muhammed Salih için parmağını kımıldatmadığını ve Taşkent'teki 'Stalinist' İslam Kerimov rejimini incitmemeye özen gösterdiğini de unutmayınız. Bir hükümet ki, Başbakan'ı hasta, hastalığının her an nüksetmesi mümkün ve o hâlâ hükümetin 'istikrarı' ve 'uyumu'ndan söz ediyor; ortaklardan bir diğeri, ta Beijing'den biri kendi hükümetine, diğeri AB'ye, ikisi PKK'ya 'Avrupa'ya katılım şartları' öne sürerek aslında işi yokuşa sürüyor; üçüncüsü (Mesut Yılmaz) ise, AB'ye katılımı 'MHP'ye karşıt ANAP politikası'na indirgeyerek 'Türkiye'nin milli davası' diye tanımladığı durumu küçültüyor. Türkiye, böyle bir 'üçlü koalisyon'la mı AB yolunda yürüyecek? Bu arada TÜSİAD, gerçekten 'AB'ye katılım' konusunda ciddi ise, bu hükümetin devamını talep ederken, bir 'tutarlılık zaafı' gösterip göstermediğini acaba hiç düşündü mü? Aslında ortada hükümet yok ki, 'uyumlu hükümet' olsun. Bu hale gelmiş bir hükümetin, 'ekonomik program'ı sebatla uygulaması da hayaldir. O nedenle, Kemal Derviş'in son günlerde 'siyasi istikrar' adına 'erken seçim' isteyen konuşmalarının üzerinde durulmalıdır. Mesut Yılmaz, dün Bahçeli'nin 'şartları'na tepki gösterirken, 'yakında MHP ile hükümetteki yolların ayrılacağı'ndan söz etti. Bu dahi, AB takvim yaprakları birbiri ardına düşerken, bu hükümetin ömrünün fazla olamayacağını gösteriyor. Türkiye'nin 'iç dinamikleri' kadar, hatta daha da öteye, geleceğini belirleyecek olan 'dış dinamikler'dir. 'Avrupa perspektifi', en önemli 'dış dinamik' durumunda ve bunun yitirilmesi ihtimali, Türkiye'nin önündeki günlerin siyasi iklimini de değiştirecek. Öncelikle, bu hükümetin 'MHP'sizleştirilmesi', ister istemez, bir 'milli ödev' haline gelecektir. Oy potansiyeli, barajın altında dolaşan bir partinin ya da böylesine zayıf bir partinin arkasına saklanarak politika yapmak isteyenlerin Türkiye'nin geleceğine ipotek koymasına izin verilmemelidir. Ayrıca, dün Roma'da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in katılımıyla NATO ile Rusya arasında imzalanan ve Rusya'yı fiilen 'NATO üyesi' durumuna sokan anlaşmanın, 'stratejik anlamda' Türkiye'den neler götürmekte olduğunun kim farkında? Rusya, bu anlaşma ile NATO yükümlülükleri üstlenmeden, NATO'dan yararlanacak ve bir anlamda 'Avrasya'nın en imtiyazlı NATO üyesi' haline gelmiş olacak. Bu dahi, Türkiye'nin 'AB ufukları'nı karartmaması ve 'elini çabuk tutması'nı mecburi hale getiriyor. Nedenine, nasılına yarın devam edeceğiz...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |