|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye, hem dünyaya, hem de kendi kültürel dinamiklerine kapalı / kapatılan bir ülke olduğu için bu ülkede farketmekte zorlandığımız çok yakıcı bir gerçek var: Bugün Batı'da Hıristiyanlık diye bir şey yok. Batı toplumlarında Hıristiyanlık sadece devasa ve bomboş kiliselerden, sekülerleştirilmiş / paganlaştırılmış ritüellerden ve ayartıcı, manipüle edici devlet törenlerinden ibarettir. Hıristiyan kültürünün Batı toplumlarının bilinçaltlarına sindiği; Batı ülkelerinin dünyanın diğer ülkeleriyle, dinleriyle ve güç bloklarıyla ilişkilerini tanımlarken ve belirlerken yüzyılların tarihsel tecrübesi sonrasında oluşan bu bilinçaltı ile de hareket ettikleri doğru. Ancak bu, Batı toplumlarının Hıristiyan toplumlar oldukları yanılsamasına götürmemeli bizi. Batı uygarlığının kurucu dinamiklerinden biri elbette ki, Judeo-Hıristiyan gelenektir. Ancak kavramakta zorlandığımız hayatî bir nokta var: Batılılar, Hıristiyanlığın tarih sahnesine çıkmasından bu yana Hıristiyanlıkla hiçbir zaman sahih ve sahici ilişkiler kurmayı başaramamışlardır. Batılıların Hıristiyanlıkla kurdukları ilişki, tam bir deformasyon ve tahrip ilişkisidir. Hıristiyanlığın, ilk yüzyıllardan itibaren sefalet ve kaos içinde yaşayan barbar Avrupa kavimlerini bütünleştirdiği bir gerçektir. Ancak Hıristiyanlığın devlet dini haline getirilmesi, pagan antik Yunan düşüncesi ve özellikle de pagan antik Roma siyasi, idari ve hukuki gelenekleri çerçevesinde dönüştürülmesi, Hıristiyanlığın Avrupa toplumlarında kendine özgü yaratıcı bir rol oynayabilmesini önlemiştir. Tarihte Hıristiyanlığın başaramadığı şeyi İslâm'ın başardığını görüyoruz: İslâm, sadece müslüman toplumların değil, Batı Avrupa toplumlarının da kültür, sanat, düşünce, sanat, siyaset ve ekonomide devrim yapmalarına hem kaynaklık, hem de aracılık etmiştir. Avrupa toplumları, ancak İslâm medeniyetiyle kültürel, siyasi, düşünsel ve ekonomik temasa geçtikten sonra antik Yunan düşüncesiyle ilişki kurmayı ve Rönesans tecrübesini gerçekleştirmeyi becerebilmişlerdir. Müslümanların 8. yüzyıldan itibaren Doğu Akdeniz'den Batı Akdeniz'e (İspanya ve Portekiz'e) kadar Kuzey Afrika ve Güney Avrupa'da hakim olmaları; 9. yüzyıldan itibarense Hazar denizi havzası üzerinden Volga hattını izleyerek Kuzey Avrupa ile İskandinav ülkelerine kadar uzanan canlı bir ticari hat oluşturmaları, Avrupalıları, hem kuzeyde, hem de güneyde Avrupa tarihinde ilk kez toparlanmaya giden yolları keşfetmeye kışkırtmıştır: Sonuçta müslümanların Avrupa'ya hem kuzeyden, hem de güneyden getirdiği kültürel ve ticari canlanma, dolayısıyla geliştirdikleri meydan okuma Avrupa'yı ilk kez titretip kendine döndürtmüş ve ayağa kaldırtmıştır: İslâm medeniyetinin yıkıcı değil, yaratıcı ve yapıcı etkileri, Avrupalıların, pagan geleneklerin kök-saldığı Kuzey'de 9. yüzyılda Karolenj İmparatorluğu'nu kurmalarıyla; güneyde ise birkaç yüz yıl sonra Rönesans devrimini gerçekleştirmeleriyle sonuçlanmıştır. Burada bu süreçte yaşanan paradoksal bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum: Pagan geleneklerin köksaldığı Kuzey Avrupa, müslümanların geliştirdikleri meydan okuma nedeniyle Hıristiyanlığın şemsiyesi altında toplanırken; "Hıristiyan" kurumlarının menşei ve merkezi olan Roma (Güney Avrupa), antik pagan kültürü ve düşüncesi ekseninde Rönesans devrimini gerçekleştirmiştir. Gelmek istediğim nokta şu: "Hıristiyanlık", Avrupa'da kurucu etkisini ancak 8 yüzyıl sonra gösterebilmiş ve bu etki, uzun süreli de olmamıştır. Oysa İslâm, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren hakim olduğu toplumlarda yegane kurucu aktör haline gelmiş; artı müslümanların temasa geçtikleri tüm kültürleri ve toplumları da hem besleyerek, hem de "kışkırtarak" kendilerine döndürtmüş ve ayağa kalkmalarına neden olmuştur. 2500 yıllık Batı tarihinde Hıristiyanlıktan çok antik Yunan ve antik Roma pagan düşünce, siyaset, idare, ekonomi ve hukuk gelenekleri belirleyici olmuştur. Hıristiyanlığın tarihte İslâm'ın oynadığı rolü oynayamamasının en temel nedeni, Hıristiyanlığın, daha ilk yüzyılından itibaren otantik vahyî kaynaklarla ilişkisini kaybetmesi ve koparması; sonra da hem paradigmatik (kavramsal) hem de kurumsal düzlemde pagan gelenekler tarafından dönüştürülmesi ve yutulmasıdır. Dolayısıyla kendi aslî dinamikleriyle ilişkisini ve irtibatını koparan Hıristiyanlık Avrupa'da medeniyet sıçramasının gerçekleştirilmesinde birinci derecede rol oynayamamış; Avrupa'da kültür, sanat, düşünce, ekonomi, siyaset devrimlerinin gerçekleştirilmesinde müslümanlar aracılığıyla bağlantı kurulan pagan antik Yunan-Roma tecrübesi birinci derecede rol oynamıştır. O yüzden Rönesans ve Reformasyon'dan sonraki süreç bugünkü Batı uygarlığının kuruluş sürecidir ve bu süreç, Hıristiyanlığa rağmen ve hatta Hıristiyanlığa karşı gerçekleştirilebilmiştir. Bugün Türkiye'deki aydınlar ve özellikle de ilahiyatçılar arasında yaygın olan Hıristiyanlık eşittir Batı medeniyeti şeklindeki formülasyonun hiçbir gerçeklik değeri ve tarihsel karşılığı yoktur. Ayrıca Batı'daki Hıristiyanlık biçimlerinin -daha ilk yüzyıldan itibaren- semâvî bir din olan Hıristiyanlıkla esas itibariyle ilişki ve irtibatı kalmamıştır. Bizim Hıristiyanlık dediğimiz şey, pagan geleneklerin etkisi ve itkisi üzerine kurulan Kilise'ler ve sapkın dogmalarıdır. Bir başka gözden kaçırılan gerçek de şu: Bugün Avrupa'da ve Amerika'da Hıristiyanlık hem "canlı cenaze" konumundadır, hem de sapkın biçimler almıştır. Örneğin İngiltere'de homoseksüel papazlar, Anglikan kilisesindeki papazların yüzde onunu oluşturmaktadır. Yine ateist papazlar; feminist, eşcinsel ve pagan Hıristiyanlar kendi İncillerini yazmış, kendi kiliselerini kurmuşlardır ve KENDİLERİNE BENZETTİKLERİ DİNLERİni yaymak için yoğun çaba göstermektedirler. Ayrıca Batı-dışı dünyadaki Hıristiyanların sayıları Batı ülkelerindeki Hıristiyanları çoktan aşmıştır. Bu nedenledir ki, Batı'dan ümidini kesen Vatikan, faaliyetlerini Afrika, Latin Amerika ve Hindistan üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bugün Batı toplumlarında Hıristiyanlığın etkisinin ve rolünün son derece azalması, yeni paganizm biçimlerinin hayatın her alanına ve toplumun her kesimine, özellikle de geniş gençlik kitleleri arasında hızla yayılmasına neden olmaktadır. Postmodernliğin ürünü olan her şeyi izafileştirici, hazzı hayatın merkezine yerleştirici, toplumu atomize edici, bencil, çıkarcı insan, zaman, mekan, dünya ve hayat algısı, Batı toplumlarında yeni paganizm biçimlerinin yegane varoluş ve dünya tasavvuru haline gelmesine imkân tanımıştır. Sonraki yazıda yeni paganizm biçimlerinin felsefî temellerini, biri Amerika'da Syracuse Üniversitesi'nde din araştırmaları profesörü olan David Miller'in The New Polytheism: Rebirth of the Gods and Goddesses (Yeni Çoktanrıcılık: Tanrıların ve Tanrıçaların Yeniden Doğuşu) başlıklı kitabı ile yeni-pagan hareketlerin teorisyenlerinden Mark Satin'in New Age Politics (New Age Siyaseti) başlıklı kitabından yola çıkarak tartışacağım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |