|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Galiba, henüz çok kimse farkında değil ama, İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarında giriştiği 'katliam'ın faturası fena çıkacak. 'Kan banyosu', İsrail-Filistin ekseniyle sınırlı kalmayacak ve dalga dalga geniş coğrafyalara yayılacak. Cenin'den televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler, bu konuda bir kuşku bırakmayacak kadar çarpıcı. Cenin'deki Filistin mülteci kampının görüntüleri, 17 Ağustos depreminin Adapazarı, Gölcük görüntülerini hatırlatıyor. Ya da İkinci Dünya Savaşı'nın Dresden görüntüleri... Filistinlilerin iddiasına göre, sadece Cenin'de en az 500 kişi hayatını kaybetti. İsrail ordu sözcüsü ise bu rakamın 100 dolayında olduğunu ve tümünün 'terörist' olduğunu ileri sürüyor. Eğer rakam 500 ise, bu sadece Cenin'de 18 aylık İntifada'nın toplamında ölen Filistinlilerin üçte birinden fazlasının sadece Cenin'de ve bir hafta içinde hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. Batı Şeria ve Gazze'de 3.5 milyon Filistinli yaşıyor. Bu rakamın Türkiye'ye orantısı; 18 ay içinde 40.000 vatandaşımızın öldürülmesi demektir. Yaralılar, sönen ocaklar, yıkılan evler, mütevazi gelirlerle ve binbir emekle inşa edilmiş olan hayatların yerlebir edilmesi de cabası. Filistinlilerin, yüreklerine ekilen bu kin ve nefretle, 35 yıldır işgal altında tutuldukları topraklarda tanık oldukları bu vahşetle, geleceğe ilişkin her türlü umutlarını yitirerek, Amerika'nın titrek ve yalpalayan ve hatta İsrail'i arkalayan tutumundan ötürü müthiş bir 'uluslararası adaletsizlik'le yüzyüze bulundukları duygusu içine girmeleriyle; ne yapacaklarını zannediyorsunuz? Bu halkın büyük bölümü 1948'de topraklarından savruldu ve 'mülteci' durumuna düştü. 1967'de topraklarının geri kalan bölümü -Batı Şeria ve Gazze- İsrail işgali altına girdi. 1970 Eylül'ünde Ürdün'de 'Kara Eylül' felaketini yaşadı. 1976'da Beyrut'ta İsrail yanlısı Falanjist milisler, Tel Zaatar mülteci kampında Filistinlilere yönelik 'katliam' gerçekleştirdiler. Filistinliler, 1982'de bizzat Ariel Sharon'un sorumluluğunda yine Beyrut'ta 'Sabra-Şatila katliamı'ndan geçirildiler. Ne yapılırsa yapılsın, bu halka asla boyun eğdirilemedi. Bu halk, toprağından, vatanından asla vazgeçmedi. Ve, bugün gelinen noktada, 'sürgünde' değil, 'kendi toprağında' katliamlar geçidinden ilerliyor. Bir halkın neredeyse tüm tarihi 'uğradığı katliamların tarihi' haline gelirse; boyun eğmeyi reddetme 'iradesi'ne sahip iken ve dünyanın en büyük askeri güçlerinden birinin karşısında 'silahsız' sayılabilecek bir halkın, 'kendisini silah haline getirmesi'nden gayrı ne yapması beklenebilir? 'İntihar saldırıları' fenomenini, bu 'gerçekler'in ışığında anlamak gerekiyor. Nitekim, Ariel Sharon-Shaul Mofaz ikilisi, saldırgan politikalarına temel teşkil eden, 'terörizmin altyapısını temizleme' (bu, Filistin Yönetimi'nin altyapısını imha etmekle eş anlamlı hale geldi) iddiasını doğrulamak için, 12 gündür 'intihar saldırısı olmadığı'na işaret ettikleri gün, Hayfa'da İsrail saldırısı oldu ve bilanço 10 ölü ve 20 küsur yaralı. Beyaz Saray sözcüsü (kendisi koyu dindar Ortodoks Yahudi olan) Ari Fleitscher, 'Başkan Bush'un Sharon'u barış partneri ve birlikte barış aranacak kişi' olarak ilan ettikten hemen sonra; Colin Powell, Kudüs'teyken, Kudüs'te bir 'intihar saldırısı'; bilançosu -bu satırlar yazılırken- 6 ölü, 62 yaralı... Cenin'deki, Nablus'taki, Bethlehem'deki, Ramallah'taki 'katliam bilançoları' ortaya döküldükçe -ki, dökülmemesi mümkün değil. Internet çağındayız. Filistinliler, sanal alemde de, İsrail'in yalan haber saldırganlığına karşı ayaklandılar. eIntifada adlı siteden, işgal ve katliam bilançolarını 'elektronik Intifada' ile tüm dünyaya yayıyorlar- 'intihar saldırıları' devam edecek demektir ve Filistin şiddeti, her türlü İsrail hedefine ve İsrail'le aşna fişne her ülkenin çeşitli hedeflerine yönelecek; 'şiddet coğrafyası' genişleyecektir. Nereden mi biliyoruz? 1970 'Kara Eylül' sonrasının, 1976 Tel Zaatar sonrasının, 1982 Sabra-Şatila sonrasının tarihini okuyun; siz de bileceksiniz. Bunu 'bilmek' için alim olmak gerekmiyor. Üstelik, bu 'şiddet', İsrail'in, Nazi zulmüne maruz kalmış bir ırkın 'ulus-devleti' olmasının kendisine sağladığı 'ahlaki üstünlüğü' (moral high ground) neredeyse tümüyle yitirdiği ve kendisine karşı tüm dünyada müthiş bir öfke birikiminin oluştuğu bir dönemde, Filistinlilerin daha önce elde etmediği bir 'avantajlı iklim'de mümkün olabilecektir. İsrail halkının 'güvenlik içinde yaşama arzusu', herhangi bir İsrail hükümetinin 'terörizme boyun eğmeme' politikası, işitildiği ve kağıt üzerinde okunduğu vakit; anlaşılabilir bir şeydir. Ancak, 'güvenlik' ve 'yaşama hakkı'nın, 'kaybedecek hiçbirşeyi kalmayan' bir halkı 'işgal altında tutarak' ve aklına estiğince 'katliam politikaları' yürüterek sağlanmasının mümkün olamayacağını anlamamakta direniyorlar. Dünya kültürüne ve bilime, tarih boyu, nice Albert Einstein'dan Karl Marx'a; Sigmund Freud'dan Franz Kafka'ya, nice 'dahi' yetiştirmiş bir ırkın 'ulus-devleti'nin geri zekalı bir katil çetesinin yönetimine düşmüş olması, tarihin kaydettiği en büyük 'ironi' olsa gerek. İsrail'deki Sharon hükümeti, İsrail halkına ve tüm dünya Yahudilerine yeniden 'Masada kompleksi' yani 'toplu intihar' seçeneği öneriyor. Sharon hükümeti, İsrail'le birlikte, koca bir bölgeyi, Ortadoğu'yu felakete; tüm uluslararası sistemi ise, müthiş bir sarsıntıya, bir depreme sürüklüyor. Ariel Sharon'a 'sağ'dan muhalefet eden ve yerine göz diken Binyamin Netanyahu bugünlerde Amerika'da ve Amerikan Yönetimi'ne, Filistin-İsrail ekseninde olup-biteni kaale almadan, 'Irak'a karşı askeri harekete geçmesini' telkin ediyor. Condaleeza Rice'ın yanından çıkıp, Dick Cheney'e koşuyor. Adeta, Arap liderlerinin kendisine anlattıklarıyla kafası karışan Colin Powell'ın Amerikan karar verme sürecindeki etkisini kırmaya çalışıyor ve Amerika'yı, İsrail'in yanıbaşında Ortadoğu'da savaşa girmeye davet ediyor. Herkesi olumsuz biçimde etkileyecek bu 'apokaliptik gidişat'ın önünü, öncelikle İsrail halkı, dünya Yahudileri ve tabii ki, 'dünyanın patronu' konumundaki Amerika Birleşik Devletleri kesebilir. Ve, tabii, bir de İsrail ve Amerika'yı politika değişikliklerine zorlayacak manivelaları ellerinde tutan, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu İsrail'in 'stratejik ortağı' ve 'Amerika'nın müttefiki' olan ülkeler. Yukarıdakilerden ilk ikisi, şaşkın ve büyük bölümünün zihninde yine 'holocaust'un, pogromların, engizisyonun, antik çağlarda Filistin topraklarını iki kez terketmiş olmalarının kaçınılmaz tortuları ve serpintileri canlanmış durumda. Amerika ise, yakın tarihin en çapsız başkanlarından birinin elinde ve hem 'siyasi miyopluk'tan hem de 'taş kafalılık'tan muzdarip bir kısım yönetim kadrosunun etkisinde yalpalıyor. Bu gibi 'tarihi dönemeç' noktalarında; tarihi deneyim ve köklü bir tarihten gelme 'tarihi bilgelik' önem kazanır. Gözümüzü, bu 'tanıma uyabilecek' Türkiye'ye çeviriyoruz... Türkiye halkı, iki haftadır, hemen her kesiminin ortaya koyduğu tavırla, en azından 'vicdan sahibi' bir halk olduğunu ortaya koydu. Ankara? Ankara, soru işareti. Türkiye, Filistin halkının yanında yerini alırken; Ankara, İsrail'in 'mahçup stratejik ortağı' kalamaz. Kalmamalıdır. Bunun önüne geçilmelidir. Türkiye için, İsrail'in kendisi için, Amerika için, Ortadoğu için; ve tabii Filistin halkı için...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |