|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Adalet ve meşruiyet bakımından, ABD süpergüç olmanın "ataklığı" ile değil "rehaveti" ile hareket ediyor. Her büyük gücün en zayıf noktasıdır burası. Elindeki gücün herşeyi, istenildiği zaman yola koyacağını düşünerek hareket etme, olayların dışında kalmaya yol açacak tehlikeli bir rehavettir. Powel'in bölgeye geldiği andan itibaren yaptığı açıklamalar, ABD'yi meşruiyet üretmekten daha uzağa düşürüyor ve dünyanın geri kalanı ile arasındaki "mesafe"yi daha çok açıyor. Kuşkusuz ABD elindeki teknolojik güce ve muazzam savaş makinesine güvenerek, istediği anda, olaylar kendi arzusuna uygun hale geldiği anda müdahale edip herşeyi kıvamına getireceğini hesap ediyor. Ama hesap edemediği şey, tarihte varolmuş her büyük gücün bir anlığına unuttuğunda bile ağır bedeller ödediği şeydir: adalet. ABD, Filistin sorununa gelinceye kadar adalet duygusunu zedeleyen çok olaya imza atmıştır. Bu sefer ise adalet duygusuyla "cepheden" mücadele eden, adaleti dikkate almadığını gösteren tutumlar sergiliyor. ABD'nin AB ile arasındaki mesafenin iyice açılmış olmasına önem vermeyen bir pozisyon aldığı, İslam dünyasındaki halklarla tam bir karşıtlık ilişkisi içine girdiği bugün en çıplak gerçek. ABD ve İsrail'in kendi çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle gelecek sene Lahey'de faaliyete başlayacak olan "Uluslararası Ceza Mahkemesi"nin kurulma anlaşmasına imza atmamaları gibi olgular artık başka düzlemlere çıkıyor; dünyanın geri kalanının tehdit eden siyasetlerin hamisi oluyor. Bugün ABD'nin gerçekten yanında olan bir tek İsrail kaldı. Onun dışındakiler ya mecburen ABD'nin yanında görünmeye çalışıyor, ya da sadece sessiz kalmayı tercih ediyor. Tıpkı Roma'nın son dönemleri gibi ABD sadece güce dayanarak, gücün eziciliğine ve şiddetin dinamiğine yaslanarak etkinlik üretiyor. ABD bunu şimdilik yapabilecek kadar güçlü, ama ABD ve İsrail'in toplamından çok daha büyük bir dünya var. ABD'nin yürürlüğe koyduğu şiddet mantığı, dünyanın geri kalanı için sadece tehdit ifade ediyor. Bu durumda elindeki güç ne kadar muazzam olursa olsun, belli bir "siyasal nizam" fikrinden geçmiş ABD için, dünyanın geri kalanında varolmak ve düşmanlıklar üretmemek zor artık. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devletine bağlı "siyasal nazımlık"tan boşanmış bir ABD, bugün himaye ettiği "şiddet siyaseti" ile yakın zamanda Pakistan'ta, dün de Venezuella'da "darbeler dönemini yeniden açan" bir pozisyon alıyor. Oysa ABD'nin elindeki güç, bu gücün kendi dinamiklerine kapanması ile değil, bu gücün evrensel bir meşruiyete daha çok açılması ile hayatiyet üretebilirdi. Gelinen noktada ise bu güç içe, kendi dinamiklerine ve ilkel reflekslere kapanmış görünüyor. Bu tutum ABD'nin dünyaya gösterdiği yüzünün de rengini çok kızıl bir noktaya getiriyor. Kan kızıllığı ile yüklü bir siyaset gündemleşiyor ve Arafat'a yapılanlar, Filistin halkına dönük sistematik katliamlar, Powel tarafından "İsrail'in kendini savunma hakkı" gibi vahşi bir başlıkla tanımlanıyor. Bu nokta, tam bir kırılma noktasıdır: ABD'nin gücünün etkinliğine değil, artık dünyanın geri kalanının, dünyanın geleceği için ortaya çıkaracağı insiyatiflere kapı açmaktadır. Gücün ve şiddetin teşhirciliği şu anda herşeyi örtse de, insanlık buna karşı başka dinamikleri üretecektir. Çünkü dünya, her türlü süper güçten daha büyüktür.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |