T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Azgınlık ve azınlık"

Ortadoğu'da yaşananlar temelde doldurulmamış bir vakum alanının acı sonuçları. Osmanlı'nın bölgeden çekildiği tarihten bu yana bölgede askeri, siyasi ve kültürel anlamda meşru bir gücün bıraktığı bir boşluk sözkonusu. Bölgenin bilinci, tarihi ve kültürüyle uyumlu bir siyasi iradenin varolmayışı, uygulanan politikalar, oluşturulan siyasal haritalar kalıcı bir insanlık dramına dönüşüyor.

Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinden bu yana yani pax Ottoman'ın sona ermesiyle bölgeye biçim veren irade/lerin bölgeye dayattığı yapının kalıcı hale getirilmesinin acı sonuçlarına tanık oluyoruz bugün. İsrail işgali ve sergilenen insanlık dramı aslında İngiliz manda yönetimiyle başlayan, daha sonra ABD'nin sürdürdüğü bölge gerçeklerine rağmen bölge dışı güç eksenlerini esas alan siyasal dizaynın sonucudur. İsrail'in oldu-bittilerine sürekli arka çıkan ABD'nin bu işgali, katliam ve devlet terörünü de içeren uygulamaların kalıcılaştırması, bir uluslararası hukuk normu haline getirilmesi tehlikesini taşıyor. Filistinliler'in maruz kaldıkları uygulamalar tek dünya gücü haline gelen ABD eliyle referans kaynağına dönüştürülmesi gibi bir riski ne bölge ne de uluslararası hukuk anlayışı uzun süre kaldırabilir.

500 yıllık Osmanlı barışına gönderme yapmamız nostaljik bir geçmiş özlemi ile karıştırılmamalıdır. Bölge sorunlarının nasıl çözülebileceğinin yöntemine ilişkin tarihî bir deneyim olarak, ABD kriterleri ile gelinen nokta ve Osmanlı'nın temsil ettiği güç ve değer dengeleri arasında sağlıklı bir ilişki kurabilmenin referanslarını göstermek içindir. Bu ilişkiyi kurmadan ABD'nin gücünü mutlaklaştırma, İsrail'in oluşturduğu de factoyu, Şaron azgınlığını önlenemez sayma gibi bir hataya düşülebilir.

Türkiye'nin bölgede belirleyici olamayışı, askeri ve ekonomik nedenlerden çok zihinsel özürlülerin elinde çizilen politikalar ve bölgeye miyop bakıştan kaynaklanmaktadır. Türkiye en azından en son ve meşru patronu olmanın bilinci ve ağırlığı ile başından beri soruna yaklaşsaydı ne bölgeye bu kadar yabancılaşır ne de en doğal parçası olduğu bölgeye en yabancı unsurlara eklemlenme hatasını işlerdi. Örneğin İslam dünyasında İsrail'i ilk tanıyan ülke olmak gibi, Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda Fransız katilleri desteklemek gibi kendi varoluş temellerini inkara varan adımların atılması gibi bilinç kaymasını yaşadık. Tüm bu Türkiye'nin kendini inkara varan adımların hâlâ sürdürülmesinden yana olanların anlamak istemedikleri şey ahlaki ve insani boyutu bir yana pax Ottoman'ın üzerinde yükseldiği adalet kriteridir. Bu kritere dayalı bir güç Ortadoğu'daki dengelere müdahil olmadıkça, gözyaşlarının dinmesi mümkün değildir. ABD belki siyasal ve askeri gücü ile bir boşluk dolduruyor ama sorunu çözecek makul ve adil, tarihi ve ahlaki kriterlerinin olmaması boşluğu doldurulamaz kılıyor.

Üçlü sacayağı

Şu anki şartlarda Türkiye'nin tek başına bölge dengelerini belirlemesinin mümkün olmadığı ortada. Ancak etkin olabileceği, harekete geçirebileceği imkanların farkına varabildiği takdirde çok daha etkin olabilir. İsrail'in Ortadoğu'da temel stratejilerinden biri bölgede söz sahibi olabilecek üç büyük gücün ittifakını, hatta ikisinin bile biraraya gelmesini engellemektir. Türkiye, Mısır ve İran'dan oluşan bu üçlü sacayağının Filistin ve Araplar'dan yana ortak hareket etmemesi İsrail'in temel stratejilerinden biridir. Bu nedenle Türkiye-İran, Türkiye-Mısır arasındaki etnik, siyasi anlaşmazlıkların alabildiğine körüklenmesine, ortak hareket etmelerini engelleyecek yeni problem alanlarının çıkarılmasına çaba göstermiş; mevcut problemleri tahrik ederek ihtilafları düşmanlığa dönüştürmeye çalışmıştır.

Örneğin bölgedeki Kürt sorununun doğrudan İsrail'le ilişkilendirilmeden anlaşılması mümkün değildir. Kürt sorununu baba Barzani'den itibaren destekleyen, kaşıyan İsrail olmuştur. Türk halkının Filistinliler'in acısına ortak olan vicdanının sesini yükseltmesine tahammül edemeyen çevrelerin kapatmaya çalıştığı gerçek temel de burasıdır. PKK sorunu ve Öcalan'ın yakalanmasında İsrail'in adres gösterilmesi aynı zamanda sorunun neden daha makul çözülemeyeceğini/çözülmek istenmediğinin de adresini belirtmiş oluyor. Aynı şekilde eğer Ermeniler'e karşı Yahudi lobiciliğinden bahsediliyorsa İsrail'in Türkiye'ye ihtiyacı olduğu müddetçe Ermeni faaliyetleri de bitmeyecek demektir. Burada İsrail açısından ayıplanacak bir durum sözkonusu değil; kendi geleceği ve mevcudiyeti açısından gerekli gördüğü her türlü imkan ve ihtilafı kullanmaktan başka bir şey yapmıyor. Sorun tarihi derinlikten ve tarihi hafızadan mahrum Türk elitinin içine düştüğü perişan durumla alakalıdır.

Fazla geriye gitmeye gerek yok, bugün Güney Kıbrıs'la stratejik askeri işbirliği anlaşması yapan İsrail aynı zamanda Rumlar'a en büyük silah sağlayan ülke konumundadır. Rumlar'a kaç tane saldırı amaçlı savaş gemisi sattığını bilmek için uzman olmaya gerek yok, strateji dergilerini takip eden herhangi bir okuyucu bile bilir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Ancak Filistinliler'i katleden, yağmalayan işgalcilerle Türkiye'nin terörle mücadelesini aynı kefeye koyarak işgali meşrulaştırmak Türkiye'ye yapılacak en büyük hakarettir. Türkiye bu topraklarda işgalci midir? İşgalci emperyalizme karşı omuz omuza birlikte bağımsızlık savaşı veren Türkler'le Kürtler'in ilişkisinden İsrail askeriyle Filistinli ilişkisine gönderme yapan tarihsizliğin anlamını varın hesap edin. Şaron'un Müslüman Filistinliler'le olan ilişkisini Türkler'le Kürtler'in ilişkisiyle aynı kategoriye sıkıştırmaya çalışan bakış açısı bu ülkeye, değer/ler sitemine işgalci gibi yaklaşabilirler ancak.


16 Nisan 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED