|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bülent Eczacıbaşı, Türkiye'nin "alışılmış işadamlarının" dışında biri. Her zaman araştıran, kimsenin aklına gelmeyen çözümleri gösteren nadir insanlarımızdan biri. Olayları içine mizah da katarak o kadar basit ve o kadar güzel anlatır ki, kendisini saatlerce dinlemekten bıkmazsınız. İşte onun geçenlerde yaptığı bir konuşmadan bazı bölümler. "Nasıl her şeyi çözecek kurtarıcı lider arayışı boşuna ise, her soruna çözüm getirecek sihirli politika anlayışı da sonuçsuz kalmaya mahkum. Sihirli çözüm iyi yönetim, veya iyi "yönetişim"... Söylemesi kolay yapması zor. Bunu sağlayacak taşları tek tek yerine koymaktan başka çare yok. Bunu yapacak olan biziz, toplumun kendisi. Yani "top bizde!"... 1970'li yılların sonuna doğru "serbest piyasa ekonomisi"nin eksikliğini önümüzdeki en büyük engel olarak görmeye başlamıştık. 1980'li yılların liberalleşme atılımlarına rağmen beklentilerimizin bir türlü gerçekleşmediğini görünce, istikrar olmayınca serbest piyasa ekonomisinin de olamayacağını gördük. "İstikrar" feryatları her kesimden yükselmeye başladı. Sonra baktık, ekonomide istikrarı sağlamanın yollarını aslında bilmeyen yok. Sadece iktisatçılar değil, siyasetçiler de istikrarı sağlamanın yollarını biliyorlar. Nutuklarından, demeçlerinden hatta yaptıkları parti ve hükümet programlarından bunu bildikleri besbelli. Anladık ki, istikrarın önündeki asıl engeller aslında ekonomik değil, siyasi... Onun için şimdi siyasi sistemimize köklü değişiklikler getirecek yeni bir Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası arayışları ön planda. Hepimiz ümidimizi şimdi moda olan bu sihirli sözcüklere bağlamış gibiyiz. Ben de doğrusu, siyaseti "lider sultasından" kurtaracak bir Siyasi Partiler Yasası'nın ve toplumun çoğunluğu tarafından istenmeyen bir partinin veya koalisyonun iktidar olmasını önleyecek bir Seçim Yasası'nın Türkiye'ye büyük yarar getireceğine inanıyorum. Ama, sorunlarımızın bu kadar basit olmadığını düşünüyorum ve bu sloganların ötesine geçen bazı yaklaşımları tartışmaya açmak istiyorum. Bunlardan biri kayıt dışı ekonomi, diğeri ise toplumsal sermaye ve toplumdaki güven duygusu. GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) yıllık ortalama artış hızımız 1923'ten bu yana yüzde 4 civarında. Ancak başka ülkelerle karşılaştırmalara ve yıllar içinde büyüme hızının değişikliklerine 10 veya 20 yıllık dilimler halinde bakınca, iyimser olmak çok güçleşiyor. Son 20 yılda büyüme hızı ortalaması yüzde 3'e inmiş. Son 10 yılın ortalaması ise en iyimser hesapla yüzde 1 civarında. Dünya Bankası'nın "2002 Yılı Dünya Gelişme Raporu"na göre, kişi başına milli gelirimiz satın alma gücüne göre, 2000 yılında 7.030 dolar oldu. Dünya sıralamasında GSMH'da 17'nci, nüfusta 15'nci sırada yer alırken, kişi başına gelirde 46'ncı olduk. "2001 Türkiye İnsani Gelişme Raporu"na göre "insani durumumuz" vasat olarak nitelendiriliyor: 162 ülke içinde 82'nciyiz. Gelişmişler düzeyine ulaşmak için kişi başına milli gelirimize 10 bin dolar eklememiz gerekiyor. AB'ye aday ülkeler arasında insani gelişme oranı açısından Kıbrıs Rum Kesimi birinci, Türkiye sonuncu. Bülent Eczacıbaşı Peru'lu ekonomist Hernando de Soto'nun "The Mystery of Capital - Kapitalizmin Gizemi" adlı kitabından da alıntı yapıyor. Azgelişmiş ülkelerde milli gelirin yüzde 20 ile 65 arasında değişen bir oranı kayıt dışı sektörde yaratılıyor. İnsanların yüzde 50 - 75'i kayıt dışı sektörde çalışıyor. Arazilerin yüzde 80'i kayıt dışı olarak, yasal olmayan sahipleri tarafından kullanılıyor. Görülüyor ki, fakir bir ülkenin kent merkezlerindeki gökdelenlerin, büyük kuruluşlara ait fabrikaların, borsaya kayıtlı şirketlerin ifade ettikleri değerler, yoksul kesimlerin gayriresmi olarak sahip oldukları ve kullandıkları varlıkların değerleri yanında hiç kalıyorlar. Yapılan araştırmaya göre, azgelişmiş ülkelerdeki ve eski komünist ülkelerdeki insanların kayıt dışı sahip oldukları gayrimenkullerin toplam değeri 9.3 trilyon dolar düzeyinde. Bir çok ülkede kayıtlı olmayan fakat insanların gayriresmi olarak sahip oldukları gayrimenkullerin değeri, bankalardaki tüm mevduatın, o ülkelerdeki borsalarda kayıtlı şirketlerin tüm değerinin, tüm direkt yabancı sermaye yatırımlarının ve portföy yatırımlarının, özelleştirilmiş ve özelleştirilecek olan tüm kamu kuruluşlarının değerlerinin toplamından çok daha fazla. Ancak bu değerler kayıt altına girerlerse, ekonomik gelişme açısından anlam kazanıyorlar aksi halde "ölü kapital" veya "gizli kapital" olarak kalıyorlar. Özetle anlaşılıyor ki, Batı'nın en büyük başarısı, tüm varlıkların mülkiyetini yasallaştırmış olması ve mülkiyet haklarını yasal güvence altına almış olmasıdır. Mülkiyeti belirleyen kayıtlar, kağıtlar, tapular, belgeler, hisse senetleri... Bunlar olmadan, kalkınma ve gelişme olmuyor. Bülent Eczacıbaşı, "Dünyada insanların birbirlerine en az güvendikleri toplumlardan biri bizim toplumumuz" dedikten sonra "İşte bu güven eksikliği, ne yazık ki, gelişmede çok büyük önemi olan sosyal sermayenin veya toplumsal sermayenin oluşumunu engelliyor" diyor. Çözüm mü? Onu da Bülent Eczacıbaşı gösteriyor: 1 - Toplumu birbiri ile kavga etmekten vazgeçirip ortak bir hedefe yöneltecek vizyonun vazgeçilmezliği. 2 –Toplumsal sermayenin oluşmasına olanak veren, işbirliği içinde çeşitli sorunlara çözüm üretmeyi hedefleyen projelerin ve kurumların önemi. 3 –Hukukun her şeyden önce geldiği gerçeği... Toplumun tamamını kucaklayan sağlam bir hukuk sistemi olmadan, ne dışa açılmayla, ne yabancı sermayeyle, ne liberalizasyonla, ne özel sektörün dinamizmiyle sağlıklı gelişmenin gerçekleşemeyeceğinin bilincinde olmalıyız. Hukuk her şeyden önce geliyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |