|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Turgut Özal vefat edeli tam dokuz yıl oldu. Güneşli bir bahar günü cenazesi kaldırılırken herkesi şaşırtan bir tablo oluşmuş, toplumun her kesiminden binlerce insan hüzünle ve içten acı duyarak tabutun arkasında yürümüştü. Herkes Türkiye'nin çok önemli bir ismi ve değeri kaybettiğinin farkındaydı. Yerinin doldurulmasının zor olacağını çok iyi biliyordu. Dost düşman herkes hakkını teslim ediyordu. Cenazesinde oluşan tablo pek çok kişiyi şaşırtmıştı. Bu kadar geniş toplum kesimleri nasıl oluyor da bir kişinin etrafında kenetleniyordu? Halk bunda ne bulmuştu? Halk açısından Özal'ın anlamı ne idi? Cenazesiyle birlikte cevaplanması gereken pek çok soru vardı; daha doğrusu Özal hayatında anlaşılamamıştı, acaba cenazesindeki tablo onu anlama konusunda bir ışık olabilir miydi? Ölümünden bu yana dokuz sene geçti.
Merhum Özal anlaşılabildi mi?
Bu soruyu bugün sorma ihtiyacı duymamız bile üzüntü verici. Eğer anlaşılabilseydi bu soruyu sorma ihtiyacı duymazdık. Muarızlarını, rakiplerini, kıskananlarını bir tarafa bırakalım kendi partisi, arkadaşları ve belki de dostların bir kısmı onu anlayabilmiş miydi? Sadece Özal'ın bir yönüne, Türk siyasetinin en ciddi eksikliklerden ve sorunlardan birine dikkat çekmek istiyorum. O da şu; Türkiye'de siyaset sahnesinde belli roller üstlenen kişilerin en önemli eksikliklerden biri geleceği okuyamamaları, toplumun ve dünyanın nereye gittiğini önceden görememeleri, vizyon sahibi olamamalarıdır. Çok partili dönemde sadece Özal, evet sadece Özal, böyle bir eksikliği bulunmayan biriydi. O vizyon sahibiydi, uzak görüşlüydü, toplumun ve dünyanın nereye gittiğini önceden görüyor ve okuyordu. Bundan dolayı da dünyanın ve toplumun gitmekte olduğu yöne doğru gidecek kararlar alıyor, akıntıya kürek çekmiyordu. Geleceği okuduğu ve isabetli tahminlerde bulunduğu için kendine güven duyuyor, toplumu ileriye taşıyacak kararlar alıyor ve toplumu dönüştürücü politikalar izliyordu. Dünyanın ve toplumun değişmekte olduğunu görüyordu, Soğuk Savaş döneminin değerlerinin ve ölçülerinin artık geride kaldığının farkındaydı; yeni bir döneme girilmişti ve bu yeni dönemin gereklerine göre davranmak gerekiyordu. Yanıldıkları olmadı mı? Elbette oldu. Pek çok yanlışı ve hatası da oldu. Toplumun ve dünyanın geleceğine ilişkin yanlış okumalar da yaptı. Ama yanlışlarını zaman içinde gördü, yanlış yaptığını itiraf etti.
Liderler olayları göremiyor
Türk siyasetinde büyük bir yeri ve önemi olan A. Menderes, geleceği görse ve buna göre davransaydı 27 Mayıs darbesi olur muydu? Darbenin gelmekte olduğunu görmediyse bir lider için ciddi bir eksiklik, hayır eğer gördü ve önlenmesi için gerekli tedbirleri almadıysa bu daha da büyük bir eksikliktir. 25 Mayıs günü, yani darbeden iki gün önce o zamanki istihbarat teşkilatı başkanı kendisine darbe hazırlığı ile ilgili haberi verdiğinde buna asla inanmak istemediği ve haberi getirene sert tepki gösterdiği anlatılır. Oysaki habere ve haberi getirene değil hazırlık içinde olanlara karşı tedbir almalıydı! Olmadı ve Türk siyasetinin en karanlık sayfasının açılmasına müsaade etmiş oldu. Bir başka örnek, 12 Mart 1971 Muhtırasından verilebilir. Başbakan Demirel, Muhtıranın gelişini fark edememiş ve koltuğundan olmuştu. 12 Eylül döneminde de aynı tablo yaşanmıştı. 1980 yılının başından beri her gün darbenin gelmekte olduğunu herkes görüyordu, hatta ne zaman gelecek diye bir beklendi içerisine girilmişti. Ama o günün siyasetçileri darbeyi önlemek için gerekli adımı atmamışlardı. Günlerce erken seçim teklifi Mecliste oyalanmış ve CHP'nin önünü görememesi sebebiyle karar alınamamıştı. Neticede darbe herkesi silip süpürdü. Yine benzer durumun 28 Şubat sürecinde de yaşandığını gördük. O günün hükümeti gelişmeleri ya görememiş yahut da gördüğü halde tedbir almamıştı. Sonunda olup bitenlerden herkes etkilenmiştir.
Özal "kenar"ı merkeze taşıyordu
Geleceği görememe, toplumun ve dünyanın nereye gittiğini okuyamama ve buna uygun davranamama Türk siyaset elitinin en büyü zaafı. Özal bunun dışında bir liderdi. O geleceği görmüş ve ona göre davranmıştır. Sadece dünyanın nereye gittiğini değil toplumun da nereye gittiğinin ve ne istediğinin farkındaydı. Feraset ve sağduyu sahibiydi. Özal Türk siyasetine egemen "merkez"in ve merkez güçlerinin temsilcisi değildi. Merkezde çalışmıştı, merkez güçlerini tanıyor ve biliyordu. Ama o devamlı "kenar"dakilerin temsilcisi olarak kalmıştı. Kenarda doğmuş, büyümüş ve merkeze "kenar"ı taşımak, merkezi dönüştürmek istemişti. Kenardakilerin sözcüsü, temsilcisi ve şahsında kenar çevrelerin siyaset sürecine katıldıkları bir figürdü. Türkiye'deki ezici çoğunluğu temsil eden "kenar"dakiler Özal'da kendilerini görüyorlardı. O içlerinden biriydi; camide, denizde, otoyolda, spor stadyumunda, konserde, kahvehanede, atari salonunda, markette, tarlada onunla karşılaşıyorlardı. Aynen kendileri gibi bazen kravatlı ve resmi, bazen tişörtlü, bazen direksiyon başında, bazen bir şarkıcıyı dinlerken, bazen atari oynarken, bazen redkit okurken, bazen denizde yüzerken, bazen ibadet ederken, insanların acılarını paylaşırken, acılar karşısında gözleri sulanırken, çocukların başını okşarken, iddialı sözler söylerken, rest çekerken, hayaller kurarken, geleceğe ümitle bakarken... buluyor ve görüyorlardı. Halk kendi içinden birini elbette severdi ve sevgisini asla unutmazdı. İşin acı yanı siyaset elitinin hala bunu görememesidir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |