T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

G Ü N D E M

Yoksulların hocasıydı

Mümtaz bir insan, mübarek bir zat: gönenli Mehmet Efendi!..

Onu, İstanbul'a 20 yaşında gelen ve 22 yaşında kürsü ve mihrabı birlikte paylaşan bir genç olarak tanıdığımdan bugüne 38 yıl geçti.

Vefatın bugüne de on bir yıllık bir ömür eskittik.

1964 yılının bir Temmuz sıcağında, Sultanahmet Camii'ne gidip Cuma namazını kıldım; namazdan sonra da, imam odasına gidip, Gönenli Mehmet Efendi'yi ziyaret etmek istedim.

Odasının önü kalabalıktı. Bir sürü fakir ve yoksul kişi, kadın ve genç vardı.

Kimine, ihtiyacı üzere, manto veriyor, kimine, ceket, kimine pantolon!..

Kimine de, önündeki para kutusundan yardım ediyordu!

Sıra bana geldiğinde, üstüme başıma baktı, "sen ne istiyorsun, delikanlı?! dedi!..

Bense, "sizinle özel olarak görüşmek istiyorum", dedim.

-Öyle ise sen otur, bekle, dedi...

Oturdum, bir sedire yaslandım. Herkes çekilip gidince;

-Hadi söyle bakalım, senin derdin ne?

Para istemez, elbise istemez, böyle bir genç, olsa olsa, ihvandan birinin kızını istemekten? başka akla ne gelebilirdi ki?

Hemen sözü pat diye ortaya attım:

-Hocam, ben buraya vaiz tayin edildim, vazifeye başlamadan önce sizinle görüşmek istedim!..

Şöyle bir hayret ve tebessümle bakarak;

-A evladım, nasıl olur? Sen ne mezunusun?

-İmam-Hatip Okulu mezunu ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ikinci sınıf öğrencisiyim, dedim!..

-Nerelisin, deyip, bu kürsülere çıkmanın öyle kolay olmadığını, hangi cesaret ve beceri ile bu işe giriştiğimi sorup, soruşturdu!

Memleketimin Trabzon, doğum yerimin de Of olduğunu öğrenince, hayret etti ve umutsuz tavrı gider ve:

"-Şimdi oldu, zaten Oflu hocalar olmasa ne imam olurdu, ne de müftü yetişirdi bu ülkede!.."

Ve böylece başladım, İstanbul Sultanahmet Camii kürsü vaizliğine!..

Fatih Sultan'ın 23 yaşında feth ettiği İstanbul'un selatin camiilerinden Sultanahmet'te 22 yaşında, "kürsü vaizi" olmuştum!..

Cuma'dan önce, kürsüye çıkmama rağmen, minbere çıkıp, hutbe irad eden Gönenli Mehmet Efendi'nin elde kılıç, ayakta irad ettiği konuşma karşısında, ağlamamak, hakkı terennüm etmemek veya ferasetle, müslümanlığın ne kadar ulvî bir hayat tarzı olduğunu anlamak mümkündü.

Hitabeti sade ve etkileyici, sesi de, yakıcı ve gözyaşı dökücü idi. Onun için, erkeklerden çok kadınlardan cemaatı vardı.

Şimdilerde, camilere kadın giremez, denmesine rağmen, o zamanlar onun kadın hayranları, sırf sesini duymak, hutbesini dinlemek ve muhrik bir eda ile okuduğu aşr-i şerifleri dinlemek için, kadınlar son cemaat yeri ve üst şereflerin, müezzin mahfillerinin etrafını kuşatıp dururlardı!

İkinci Dünya Savaşı'nın en ateşli yılları! Rusya'da bile, Stalin, kiliseleri açıp, Alman saldırıları karşısında, Ortodokslar'ın papazlarına, Ruslar'ın zaferi için ayinler düzenliyordu!

İşte böyle bir dünyada, Aksaray'da Haci Bayram Kaftanî Camii imamı olduğu halde, "vaizlik vesikası" olmadığından, yaptığı vaazdan ötürü, "Jurnal ediliyor" ve Karagümrük Karabaş Camii'nde "mukabele" okurken, arada bir okuduğu ayetleri tefsir tarzında vaaz verdiğinden muhakeme ediliyor!

Camii cemaatine sorulur, beş şahitten yalnız imam ile müezzin sırf cemaatın ilgisinden ötürü ve çekememezlikten dolayı, aleyhinde konuştuklarından, bunun da "kıskançlık"tan ileri geldiğinin tesbiti ile, Gönenli Mehmet Efendi;

Fatih Kaymakamı, Mal Müdürü, tahrirat katibi ve hükümet tabibinin kararı ile, "men-i muhakemesine oy birliği ile karar" verilmiş olması kadar ilginç bir dava olamazdı!..

O vaizlik sırasında, bir arada üç yıl kadar bulunduk! Pek çok visaikle bizi tenvîr ve ikaz ederdi! Çünkü, onlar imam ve hatiplerin kürsülerden zorla aşağı indirilip, rahleleri sırtlarında mahkeme mahkeme dolaştıkları bir dönemin arta kalan "bakiyyetü's-suyuf" hocaları idi!..

Onu ve arkadaşlarını rahmetle anarken, nice genç huffazın da onlarla birlikte, nice Bilaller, nice İbni Ümmü Mektumların yetişmesine vesile olucu çalışmalarını temenni ediyoruz!

Bu paralar nereden geliyor?

Müslümanlar'ın baskı altına alındığı yıllarda, Hocaefendi tutuklanır. Üzerinden bir miktar para çıkmıştır. Sorgu komiseri sıkıştırmaya çalışır:

-Bu kadar parayı nereden buldun?

Hocaefendi gayet vakur bir biçimde,

-Evladım Cenab-ı Hak gönderiyor, der. Komiser bunun üzerine sinirlenir:

-Ne demek Cenab-ı Hak gönderiyor? Söyle bakalım hangi dış mihraklar sana bu kadar yardım ediyor?

Tam bu sırada kapı açılır. İçeriye rütbeli bir komiser girer. Şaşırmıştır:

-Hocam siz burada ne arıyorsunuz? Hocaefendi cevaben:

-Bu beylerle sohbet ediyoruz(!) Bunun üzerine yeni gelen komiser:

-Hakkınızı helal ediniz. Ben de sizi arıyordum. Bana, size takdim edilmek üzere 300 lira verdiler. Sizi görmüşken emaneti de tevdi edeyim, der.

Hocaefendi komisere dönerek:

-Bak evladım gördüm mü? Cenab-ı Hak nasıl gönderiyor, der.

Bediüzzaman'la karşılaşma

1943 yılında, Denizli Hapishanesi'nde Bediüzzaman'la karşılaştı. O tarihlerde bu gibi insanlar birbirlerini görmekte fazla zorlanmıyorlardı, çünkü, tüm yollar hapishanelere çıkıyordu. Bediüzzaman, Mehmed Efendi'yi sık sık över ve "Biz Kur'an'ın mânâsına çalışıyoruz. Gönenli Mehmed Efendi ise lafzına çalışıyor. Onun talebelerini de Nur talebeleri gibi kabul ediyorum" derdi. Denizli Hapishanesi'nde karşılaştıklarında Bediüzzaman latife yapmış ve "Hocam, seni gökte ararken yerde bulduk. Bir imamımız eksikti, o da şimdi tamam oldu" demiştir. Gönenli Mehmed Efendi, Denizli Hapishanesi'nde Bediüzzaman'la geçen hatıralarını hayatı boyunca yadedmiştir.



2 Ocak 2002
Çarşamba
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED