T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
10 trilyonluk yasal hortum

Türkiye, bir yılı aşkın süredir tarihinin en derin ve sosyal yansımaları da en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Nasıl bir kriz olduğunu anlatmaya gerek yok; hepimiz yaşıyoruz ve olup bitenlerden anladığımız çok şey, aldığımız çok ders var. Ama, bizim ne anladığımız ve çözüm için ne düşündüğümüzün hiçbir önemi yok. Maalesef, krize sebep olan ve sebep oldukları bu krizi yönetme pozisyonunda olan "IMF+hükümet koalisyonu"nun ne düşündüğüne ve ne yaptığına bakmak zorundayız. Bu koalisyonun, krizi aşabilmek için aldığı bütün önlemler de finans sektörünü ayağa kaldırmak için oldu. "Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üzerine" misalı... Krizden çıkışı bankaların bilançolarını denkleştirmekte arayıp durdular, hala da arıyorlar.

Son arayış Meclis gündeminde. Hükümet, bankacılık sektörünün sermaye tabanının güçlendirilmesi için sektöre kaynak aktarılmasını düşünüyor. "Kaynak", tabii ki kamu kaynağı.

Bu destek programı, hükümet'in IMF'ye verdiği özel bankaların sermaye yeterlilik oranlarının 2001 sonuna kadar %8'e ulaştırılması sözüne paralel olarak düşünülüyor. Sözü yerine getirebilmek için sektördeki payları, asgari yüzde 1 olan bankalara kaynak aktarılacak.

Buna göre, sermaye yeterliliği oranı yüzde 5 ve daha yüksek olan bankalarda bu oranın yüzde 9'a ulaşmasına yetecek kadar, sermaye yeterliliği oranı yüzde 5'ten az ancak sıfırdan büyük bankalarda bu oranın yüzde 5'e ulaşması için kaynak aktarılması planlanıyor.

Dahası, sektör payları yüzde 1'in altında olan bankalar, diğer bankalarla birleşip paylarını yüzde 1'e çıkarmaları halinde bu kaynaktan yararlanabilecekler.

Bu oranlar dikkate alınarak kaba bir hesapla yaklaşık 10 katrilyon lira civarında bir kaynak bankalara aktarılacak. Kaynak, nakit olarak değil 7 yıl vadeli düşük faizle borçlanma senedi olarak aktarılacak. Bankalar da bu kağıtları mevduat karşılığı nakit yükümlülükleriyle değiştirip bol paraya kavuşacaklar.

IMF+ hükümet koalisyonu, ülkeyi krizden çıkarmak için finans sektörüne kaynak aktarmaktan başka radikal önlem bulamıyor.

Çünkü, bankaların sermayesi eridi. Çünkü, kredi açmak bir yana yabancı bankalara olan sendikasyon borçlarını hatta bazıları mevduatlarını bile çevirecek durumda değiller. Çünkü, yıllardır yapılan sahte denetimler sayesinde öz kaynaklarını har vurup harman savurdular.

Şimdi yapılmak istenen de aslında birçoğu batma sınırının altına olan bankalara devletin ortak olmasından başka bir şey değildir.

Bir ülke düşünün ki, tarihinin e büyük buhranının yaşıyor; o ülkenin hükümeti elindeki bir atımlık barutu banka bilançolarını makyajlamak için kullanıyor. Ekonomiyi batıran finans sektörü ve bu sektörün baronları alenen ödüllendiriliyor.

Peki, bankalar piyasalara kredi yoluyla para aktarabildikleri oranda anlam taşıdıklarına göre, aktarılan bu "kamu kaynağı"nın hiç olmazsa reel sektöre kredi olarak aktarılabileceğini umabilir miyiz?

Hayır çünkü, en büyükleri dahil bütün bankalar, son operasyonla bile ancak ayakları üzerinde durabilecek hale gelebiliyorlar. Kendilerine gelir gelmez yapacakları ilk şey de yabancı bankalara olan borçların ödenmesi olacak. Zaten, IMF'nin Türkiye'ye başta bir amaçla kaynak aktarmasını düşünmek hayal olurdu. Krizin başından beri yaptıkları da nihayet, Türk ekonomisinin dış borçlarını ödeyebilme kapasitesinin artırılmasından ibareti. Dolayısıyla, reel piyasaların bankalara giden paraya bakıp, "komşuda pişer bize de düşer" diye umutlanmaları da boşunadır...

Artık çok iyi biliyoruz ki, en sıkı denetlenen banka bile basit bilanço numaralarıyla kendisini; herhangi bir yükümlülüğünü yerine getirmiş gibi gösterebilir. Krediyi vermiş gibi gösterip vermemekten daha kolay bir şey yok.

IMF de bunu çok iyi bildiği için; tıpkı Şubat krizi öncesinde patlayacak bombanın sorumluluğunu üzerinden atarken yaptığı gibi, bugün de "Bu kaynağı aktarırken şeffaf denetim de yapmalısınız" diyerek yolunu yapıyor. Dolayısıyla, borçlanmanın vadesi olan 7 seneye kalmadan, bankaların çoğu yine bugünkü duruma gerilediğinde IMF'nin lafı hazırdır: "Hazine denetim yapamadı..."

Ya devlet ne yapacak? Basit... Elinde zaten 15 banka var; bir o kadarına da ortak olacak. Yapılmaya çalışılan şeyin hortumculuktan tek farkı var; o da hortumlatanın hükümet olmasıdır.

Yani, Türkiye'de bir döneme kadar bankalarını batıran patronlar hapse girerken bir dönemde sonra aynı suçu işleyen patronlar devletle ortak olabilecekler.

Hükümetin hedefi "devleti küçültmek"ti ya, gerçekten küçültüyorlar!


2 Ocak 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED