T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kan damlar yüreğime

Adam gırtlak kanseri. Bağırıyor, ama sesi çıkmıyor. Bu kanserli adamı Başbakanlığın önünde yakaladılar, biliyorsunuz. Çıkmayan sesini kesmek için ağzını kapadılar, yaka-paça götürdüler.

Doğrusu yürek dayanmayan bir görüntü idi. "Bundan ötesi yok" dedirtiyor insana. Çünkü düşünebiliyor musunuz: Adamın tek isteği var derdini anlatmak, ama sesi çıkmıyor.

Yine de bu ses çıkarmayan ağız hoyratça kapatılıyor.

İş yok-güç yok; aş yok-ekmek yok. Evde bir sürü çocuk, soba yanmıyor, günlerdir birşey yememişler.

Adamın dudak hareketlerinden, fısıltıyla fışkıran nefesinden tek kelime seçiliyor:

Açım...

Açım...

Günlerce dolaşmış, başvurmadık kapı bırakmamış, iş bulamamış, borç gırtlağa çıkmış, gırtlak da kanser olmuş.

Ve bu adam devletin kerim gölgesine sığınmak, şefkatli kollarına atılmak istemiş.

Ne hücum ediyor, ne küfrediyor, ne silahı ne bombası var. Sadece yalvarıyor.

Şimdi diyorlar ki: Türkiye Arjantin olur mu?

Sosyal patlama ihtimali var mı?

Varsa bu patlama ne zaman olacak, nerede olacak, kaç şiddetinde olacak? Deprem tahminleri gibi.

Yahu sosyal patlama çoktan beri yaşanıyor bu ülkede. Yaşanıyor ama nasıl?

Şu yüce milletin asaletine, geçmişine, inancına, aile yapısına, devlete bağlılığına, vakarına yakışır bir şekilde.

Yani nasıl, nasıl; daha açık söyle derseniz cevabım şudur:

Millet kan tükürüp, kızılcık şerbeti içtim diyor.

Başı öne eğilmesin diye yemek kuyruklarına, yardım kuyruklarına, aşevlerine, ellerindeki plastik taslarla çocuklarını gönderiyor.

Öyle "vur ensesine al elinden ekmeğini" gibi keriz değil.

İşçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, köylüsüyle; yürüyüşse yürüyüş, mitingse miting, dilekçe ise dilekçe, protestoysa protesto yapıyorlar. Demokratik usuller dairesinde, yakıp-yıkmadan "Battık-Bittik-Yıkıldık" diyorlar.

Dışarıdan bakanlar "Yahu bu Türkiye'de herşey dibe vurdu niye sosyal patlama olmuyor" diye merak edip araştırma yapıyorlar. Çıkan sonuçlara şaşırıyorlar.

Görüyorlar ki; bir mahallede yoksulluktan bîtap düşmüş ailelere komşuları-akrabaları yardım ediyor, bir ekmeği paylaşıyorlar.

Özal döneminden bu yana itilip-kakılan-horlanan köylü; bulguru, tarhanası, turşusu, peyniri, unu, patatesi ile Anadolu'nun kıraç bağrında son kalan nevaleyi şehirlere taşıyor; böylece açlık bastırılıyor.

Anadolu'dan gelen otobüsler yolcudan çok, koli, çuval, bidon getiriyor.

İnsanlar bekliyor.

Sükûnetle dişlerini sıkıp sabrederek bekliyor. Dünya'nın gelir dağılımı bakımından en adaletsiz ülkelerinden biri olan Türkiye'de ilk iş olarak adaletin işlerlik kazanmasını bekliyor. Vurgunu, soygunu, hortumu görüyor; sineye çekiyor. Devlet denilen o soyut varlığa hâlâ güveniyor. Devlet bu asil millete layık olmalıdır.


2 Ocak 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED