T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir milletin deka/dansı

Nietzsche, "dinimiz, ahlakımız ve felsefemiz, insanın dekadans (çürümüş, çökmüş, kokuşmuş) formları haline geldi; karşı-devrim, sanat'tır", demişti. Büyük düşünür Nietzsche, bu bir cümlelik aforizmasında, Rönesans'la başlayan ve Aydınlanma Çağı ile nihayete eren Batı Avrupa insanının yaklaşık dört yüz yıllık görkemli, yaratıcı ama aynı ölçüde de yıkıcı- varoluş- serüvenini özetliyor. Dahası bu aforizmanın kapsama alanı sadece bu dört yüzyıllık geçmişle de sınırlı değil; çünkü Nietzsche bu aforizmasıyla şu an içinde yaşadığımız sürece (kendinden sonraki 150 yıllık geleceğe) de işaret ediyor.

Rönesans'la birlikte Batı Avrupalılar, insanı, doğayı, müslümanlar aracılığıyla antik Yunan ve Roma klasik kültürünü, aklı, bilimi, bireyi, toplumu, makinayı, ulus/devleti keşfettiler. Kilise'yi, kilisenin icat ettiği dini, Tanrı'yı, otorite, hegemonya ve meşruiyet kaynaklarını ise sorguladılar ve kelimenin tam anlamıyla alaşağı ettiler. Buna, Avrupa'da şiddetle ihtiyaç duyuluyordu; çünkü Kilise (dikkat! Hıristiyanlık değil, Kilise), insanın özgür iradesini yok etmiş ve insanı tahakkümü ve tasallutu altına almıştı.

19. yüzyıla gelindiğinde, insan, doğa, akıl, bilim, birey, toplum, makine ve devleti kıyasıya eleştiren ve sorgulayan karşı-aydınlanmacılar veya romantikler, (ki, Nietzsche bu kişilerden biriydi), kurtuluşu büyük ölçüde sanatta aramaya başladılar. Romantiklerin esin kaynakları, temelde Doğu kültürleri idi. Örneğin Nietzsche, ilhamını Zerdüşt'ten almıştı.

Romantikler veya karşı-aydınlanmacılar; doğayı; Doğu kültürleri yoluyla dini; müzik, resim, edebiyat, tiyatro ve tabii sinema gibi belli başlı sanat formları yoluyla da bilinçaltının derin dünyasını; ve nihayet felsefe yoluyla da dil'i, dilin imkanlarını ve "oyunları"nı keşfetmişlerdi. Bu süreç, Batı Avrupa'da Hıristiyan sosyal teorisinde ve tüm sanat türlerinde büyük patlamaların yaşanmasına ve ikinci dünya savaşından itibaren de Batı kültürünün, düşüncesinin ve dünya tasavvurunun kıyasıya eleştirilmesine, tartışılmasına ve sorgulanmasına yol açtı.

İşte Nietzsche, hem modern paradigmayı çökerten, hem de postmodern söylemlere işaret ve kaynaklık eden cins bir düşünürdü. Postmodern söylemler, Batı'ya da, artık her bakımdan Batı kültürünün ve hegemonyasının kontrol ve manipülasyon manevralarına, tahakkümüne ve tasallutuna maruz kalan dünyanın geri kalan kısmına da yeni şeyler vadetmiyordu. Ama (Nietztsche'nin çok iyi gördüğü gibi) modernliğin insanı tanrılaştıran ama sonuçta insanın tanrılaştırılmasının ürünü olan makine uygarlığının insanı kontrol altına alan saldırısına isyan edilmesi gerekiyordu. Nitekim, iyi bir Nietzsche şakirdi olan Foucault, sonuçta gelinen noktada, "insanın bile yok olduğunu" ilan etmişti.

Türkiye, Rönesans'tan bugüne dek Avrupa'da yaşanan kültürel, düşünsel, sanatsal ve bilimsel / teknolojik arayış ve problemlerden hiç birini yaşamadı. Ama kolayca ve kolaycı bir şekilde "Batılı, seküler, çağdaş bir ülke" olduğunu iddia etmeye kalkışıyor ve bunun sonucu olarak, müslümanlığa insan, dünya, doğa, Tanrı tasavvuru bakımından küresel düzlemde şiddetle ihtiyaç hissedilen bir zaman diliminde, toplumun müslümanlıkla ilişkisini sıfırlayacak her tür adımı atmakta bir sakınca bile görmüyor.

Bu bir cinayettir; bir ülkenin bindiği dalı kesmesi demektir. Arjantin örneği önümüzde duruyor. Arjantin çalkalanıyor ama Türkiye çalkalanmıyor. Neden? Toplum, "koyun" olduğu, "hakkını aramasını, hesap sormasını bilemediği" filan için mi? Hayır! Bunlar son derece saçma izahlar.

Toplumun sokaklara dökülmemesinin ve dolayısıyla ülkenin bir anda allak bullak olmamasının asıl nedeni şu: Bu toplumun zihin ve davranış kalıplarını oluşturan temel kaynak ve dinamik müslümanlık. Bilinç düzeyinde de, (daha çok da) bilinçaltı veya kollektif hafıza düzeyinde de toplumun yardımlaşma, kanaat, dayanışma, merhamet gibi kök-paradigmalarının kaynağını müslümanlık oluşturuyor. Ramazan ayı, fakir-fukaranın kapılarının önüne kimler tarafından bırakıldığı bile bilinmeyen gıda, giyecek paketlerinin konuluverdiği onbinlerce örnek-olaya tanık olunan bir ay oldu. Benzer bir şeyin, Arjantin'de veya bencilliklerini, hazlarını ve primitif dürtülerini putlaştıran Batı ülkelerinde yaşanabileceğini düşünebiliyor musunuz? Peki, neden düşünemiyorsunuz?

Hal böyleyken, neden bu toplumun müslümanlıkla ilişkisini daha bir muhkemleştirmek ve pekiştirmek yoluna gitmiyoruz da, binbir numara çevirerek sıfırlama gayretkeşliği gösteriyoruz?

Batı'da yüzyıllar süren arayış sonrasında din, tarihe karıştı. Tanrı, artık para demek, egoizm demek, cinsel sapmalar demek. Küreselleşen postmodern kültür, müzik, spor, eğlence endüstrisi yoluyla insanın kendini, hayatın anlamını keşfetme çabasını tedavülden kaldırıyor; acıyı, açlığı paylaşmayı; merhamet, yardımlaşma, dayanışma, adalet ve kardeşlik duygusunu, insan olma onurunu iptal ediyor; kaçışı, günü kurtarmayı, hazzı, bencil ve primitif dürtüleri kutsuyor ve putlaştırıyor; kitleleri, milyonların en temel sorunlarına karşı duyarsızlaştırıyor.

Hürriyet gazetesinin Pazar ekinin birinci sayfasında "bir millet dans ediyor" diye bir başlık atılmış. Haberde şöyle deniyor: "...Bir milletin çocukları Türkiye'de club kültürünü patlattı. Plajlarda ve açıkhavada GÜNLERCE SÜREN, kimileri beş bin, kimileri on bin kişilik underground partilere alıştık."

El-insaf! Batı'daki toplumlarda ve televizyonlarda bile eşine benzerine rastlamadığım bu sefih eğlenme kültürü, insanları özgürleştiriyor mu, yoksa ülkenin sorunlarına karşı bir yandan duyarsızlaştırırken, öte yandan da sadece kendi bencil ve süfli hazlarını, çıkarlarını ve sapkınlıklarını düşünen insanları ruhen ve bedenen köleleştirerek ülkedeki iktidar aygıtlarına hakim olan kimi soyguncuların, hortumcuların işlerini mi kolaylaştırıyor?

Bir millet kriz üstüne krizle boğuşurken; açlıkla, sefaletle, yoksullukla adeta ölüm dansı ederken; televizyonlardan, gazetelerden sefih hazların; cinsel sapkınlıkların; bencil, ve primitif dürtülerin pompalanması özgürleşme biçimi olarak mı görülmeli yoksa hortumcuların, talancıların, işini kolaylaştıran bir duyarsızlaşma ve dekadansın zıvanadan çıkması hali olarak mı?

"Nietzsche, Batılılar için mi, yoksa bizim için mi konuşuyor/du acaba?" diye sormaktan kendimi alamıyorum!


2 Ocak 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED