|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Gittiğim her yerde mutlaka AK Parti ile ilgili bir soru soruluyor. "Ne düşünüyorsunuz AK Parti hakkında? Durdukları yer, şansları, engelleri vs..." AK Parti'nin şu anda kendini tanımlama süreci içinde olduğu söylenebilir. Tanımlama üç alana karşı yapılıyor. 1.Halka.
Bunların üçünün de Türkiye gibi bir ülkede siyaset yapan bir kadro için önemli olduğu muhakkaktır. İyi bir siyasi hareket, halkının çıkarlarını öne alarak diğer alanlarla sağlıklı diyaloglar kurabilen harekettir. Burada risk, halkın desteğini "çantada keklik" ya da "elde bir" görüp, karşılaşılan zorlamalar üzerine iç ve dış diğer güç odaklarıyla iyi geçinmeyi öne almaktır. Türkiye, İsmet Özel'in çarpıcı benzetmesiyle, rakip sahaya geçtiğinde forma değiştiren siyasi ekiplerle dolu olduğu için, her siyasi hareketin kendini tanımlama seyri dikkatle takip edilmelidir. AK Parti, kamuoyu yoklamalarında tabanı yüzde 22 ile başlayan ve yüzde 30'lara kadar çıkan halk desteğine ulaşmış gözüküyor. Bu, diğer tüm partilerin barajın altında gözüktüğü bir zamanda çok önemli bir durum. AK Parti'nin ilk yapması gereken, belki de, bu halk desteğinin tahlilini yapmaktır. Partinin hangi niteliği sebebiyle böyle bir yöneliş söz konusudur. Burada, sizin kendinizi tanımlamanız kadar, halkın sizi tanımlamasının da önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Halk desteğini doğru algılamak diye bir sorundan söz etmek istiyorum. -Nasıl bir toplum tabanına oturuyorsunuz? Bu homojen bir taban mıdır yoksa kimi eğilimlerin bileşkesi midir? -Eğilimler nelerdir? Eğilimler neden bir başka yerde değil de AK Parti'de birleşmiştir? -Halk yönelişinde Tayyip Erdoğan ismi ne kadar etkilidir? Tayyip Erdoğan ismi neden etkilidir? Fikri yapısı, delikanlılığı, endamı, samimiyeti, dürüstlüğü, belediye tecrübesi, mazlumiyeti, fukara babası oluşu vs... Tayyip Erdoğan'a yönelik halk sempatisi onun hangi özelliğinde yaralanma olursa aşınmaya uğrar? -Tayyip Erdoğan olmasaydı da parti kendini tanımladığı çerçeve içinde halktan aynı desteği alabilecek miydi? -Tayyip Erdoğan'ın "değişme" söylemi, AK Parti'ye yönelişi ne ölçüde etkilemektedir? "Değişme" söylemi, parti tabanında içselleştirilen bir söylem midir? Tayyip Erdoğan'ın değiştiğine parti tabanı inanmakta mıdır? Yoksa parti tabanında "Canım öyle söylenir ama..." gibisinden bir telafi mekanizması mı işlemektedir? Parti tabanı, hangi değişimi içine sindiremez? -Partinin mahalli yöneticileri de "değişme" söylemini etkin biçimde kullanmakta mıdır? Parti-halk ilişkisinde değişme söylemi kullanılmakta mıdır? Yoksa değişme söylemi sadece Türkiye'nin etkin güç odakları nezdindeki tanımlamada mı tedavüldedir? Bunu parti kimliği açısından nasıl değerlendirmek gerekir? -"İslamcı değiliz" söylemi partiye ilgi gösteren toplum kesimlerinde nasıl bir karşılık bulmaktadır? "İslamcı değiliz" söyleminin partiye halk yönelişinde olumlu-olumsuz etkisi olmakta mıdır? Olumlu etkisi varsa sebebi nedir, olumsuz etkisi varsa nedir? Partiye sempati duyan toplum kesimlerinin asgari müştereki nedir? Bu kesim kendini özgürce tanımlasa nasıl tanımlardı? -Parti öncülerinin değişme söylemi, parti tabanının en azından bir bölümü için "risk" olarak algılanmakta mıdır? -Ve partiye sempati duyan toplum tabanı yönetimin iç ve dış güç odakları ile ilişkisine, onlar karşısında partiyi tanımlama jestlerine bakışı nedir? Bir güvenden mi söz etmek gerekir, endişeden mi, yoksa mecburiyet ve mahkumiyete razı olmaktan mı? -Halkın sempatisi mutlak bir "gelirler ve başarırlar" biçimindeki güveni mi yansıtıyor yoksa mütereddit bir ümidi mi? Evet, AK Parti'ye yönelen halk desteğini tanımlamak önemli. Çünkü burada ortaya çıkan sonuçları, iç ve dış güç odaklarının beklentileri ile karşılaştırmak gerekiyor. Ayrıca, iç ve dış güç odaklarının beklentilerini birbiri ile karşılaştırmak da gerekli. Çünkü onların da birbiri ile örtüştüğünü söylemek mümkün değil. Hatta önemli farklılıklar, tezatlar söz konusu. İç güç odakları da bir bütünü değil, farklılaşmayı sergiliyor. Prensip itibariyle bakıldığında halkın çıkarlarının ülke çıkarları ile birebir çakıştığı kabul edilir. İç güç odakları, kimi zaman özel çıkarların yansımasıdır, kimi zaman da halkı ve ülkeyi halktan daha çok düşündüğünü farzeden kesimlerin yoğunlaşmasıdır. Türkiye örneğinde böyle bir vakıa vardır ve siyasi partiler zaman zaman halktan daha çok bu odakları tatmin zarureti hissederler. Ben düşünüyorum ki AK Parti'nin siyaseti, her zaman halk ile iç güç odakları arasında bir denge arayışı içinde seyredecektir. Burada halkın ağır basması mümkün müdür? Fihi nazar... Dış güç odakları Amerika'dan, Musevi lobisinden, Avrupa'ya ve başka alanlara kadar uzanıyor. Türkiye siyasetinin ne kadar dış güç odaklarının etkisinde olduğunu görmek için IMF ile yaşanan maceramıza ve buradaki ABD etkisini gözlemlediğimiz son birkaç yıla bakmak yeter. 11 Eylül sonrasında Amerika'nın bundan böyle dünyadaki her şeyi belirleyeceğine olan inancın, kimi köşelerde AK Parti'yi de kapsayacak bir dumanaltı oluşturduğunu biliyoruz. "Bu gerçeği görmezseniz iktidar olmayı unutun" gibi söylemlere hedef olan bir parti AK Parti. Bunu, "dış güç odakları"nın, iç siyaseti ne oranda etkilemesinin normal görüldüğünün bir göstergesi olarak zikrediyorum. Öyle ki sanki birileri için dış güç odaklarının perspektifi ile "milli çıkarlar" bütünleşmiş oluyor ve bunu kavrayamayan siyasi yapıya hayat hakkı tanınmıyor. Bu durumda New York'tan bakınca siyasi misyonunuz farklı gözüküyor, Mardin'den bakınca farklı... Ankara'nın güçlü koridorlarından bakınca farklı... Neyi tercih edeceksiniz? Ben, hiçbir zaman realiteleri gözden ırak tutmayı öneriyor değilim. Sonuçta siyaset de bir güç değerlendirmesi ürünüdür. Taşıyamayacağınız misyonun altına girmek sizi de, arkanızda sürükleyeceğiniz kitleleri de ulaştığınız çizginin çok gerilerine savurabilir. Ama gerçekçi olacağım diye, zaten, ulaştığınız çizginin çok gerilerine razı olmak da söz konusu olabilir. AK Parti açısından zemini kaygan görüyorum. Şu an sergilenen kendini tanımlama girişimleri bu kaygan zeminde seyrediyor. Hatta ben "Acaba halkın ağırlığı daha az mı belirleyici?" gibi bir sorunun cevaplanması gerektiğini düşünüyorum. Ben, halkın desteği kadar murakabesinin de önemli olduğuna inandım hep. En karizmatik lider bile, destek kadar murakabeyi de hayati değerde görmezse, hele bir de halk oyunu "elde bir" niteliğinde algılarsa tehlike başlamış demektir. AK Parti'nin organize oluş seyrinde, asıl bu "murakabe ahlakı"nın gelişmesini önemsiyorum. "Size güveniyoruz" seslenişi kadar "Musevi lobisi sizden ne istedi?" sorusunu da sorabilmek gerekli. "İslamcı değiliz" ifadesini neden bu kadar ısrarla vurguluyorsunuz?" diye de sorulabilmeli. "Acaba Başkan'a ayıp olur mu, üzer miyiz, kızdırır mıyız?" gibi kaygılar başladığında murakabenin de elden çıkacağını unutmamak gerekiyor. Bu tür yazıların AK Parti yönetiminin canını sıkacağını tahmin ediyorum. Ama olsun, sen susarsan ben susarsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |